Selahattin Demirtaş'ın 23 Şubat 2017'deki savunması

Uzun uzadıya savunma yapacak ciddiyette bir iddianame olduğunu düşünmüyorum. Gerek benim gerekse avukatlarım ciddiyetten ve hukuki dayanaktan yoksun bu iddianame için, yine sayın mahkemenin harcayacağı zaman ve emek için, bizim de konuşarak tüketecek nefesimiz için yazık olacaktır. Maalesef dava açılmış. Huzurunuzdayız. Yargılama makamına duyduğum saygı gereği usulden başlayarak savunmamı size sunacağım.

Şu anda huzurunuzda dokunulmazlığı devam eden bir milletvekili olarak bulunuyorum. Dokunulmazlığımızın kaldırılması süreci Anayasa’ya aykırı olmuştur. Ama bugün bu konuya fazlaca değinmeyeceğim. Bir medya organını veya bir gazeteyi tehdit ettiğim ya da halkı kin ve düşmanlığa sevk ettiğim iddiasıyla yargılanıyorum. 6 milyon oy almış bir siyasi partinin Eş genel Başkanlığı’nı, İstanbul Milletvekilliği’ni sürdürüyorum ve yargı mensuplarının suç işlemek suretiyle beni tutuklamış oldukları gerekçesiyle huzurunuzda bulunamıyorum. Bu yargılamada maalesef SEGBİS yoluyla savunma yapmak durumunda bırakılıyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin 30'dan fazla şehrinde devam eden davalar vardır. Dolayısıyla her birine cezaevi nakil aracı ile gidip ifade vermeyi hem onur kırıcı olarak görüyorum hem de fiilen imkânsız olduğunu ifade etmek istiyorum. Bu nedenle zaten adil yargılama hakkım başından beri ortadan kaldırılmış bir şekilde yargılanıyorum.

İddianameye cevap vermek istiyorum; halkı kin ve düşmanlığa sevk ettiğim iddia edilmiş, TCK'nın 216. Maddesi gereğince yargılanmam istenmiş. TCK 216/1 Maddesi’ne bakıyorum da, iddianamede bu suçu somut olarak nasıl işlediğim anlatılmamıştır. Bir gazeteye karşı hakaret veya aşağılama söylemi nasıl TCK 216. Maddesi’ne tekabül ediyor çözemedim. Belli ki, Selahattin Demirtaş hakkında başlatılmış olan siyasi ve hukuki linç kampanyasına benim de katkım olsun babında hazırlanmış bir iddianamedir. Ben bir siyasetçiyim, dolayısıyla savunmamı siyasi kimliğimi de göz önünde bulundurarak sürdürmek durumundayım.

Söz konusu iddianame müşteki avukatlarının şikâyet dilekçelerinin başlığının değiştirilmesinden oluşturulmuştur. Şikâyet dilekçesinin başlığı değiştirilerek iddianame hazırlanmıştır. İddianame ile dosyayı detaylı inceleme gereği duymadım. Biraz önce cezaevinde odamdan çıkartılıp buraya getirilinceye kadar baktım sadece. Yasama Meclisi’nin bir üyesi olarak bu iddianameden üzüntü duydum. İddia makamı ve savcılar partime, siyasi görüşlerimize değer vermek veya destek vermek zorunda değillerdir. Ama saygı duymak ve bir yargı mensubu olarak bizim hakkımızda açacakları davada ciddi olmak zorundadırlar. Şikâyet dilekçesinin tek bir cümlesini değiştirmeden iddianame düzenlemek soruşturma değildir. İddianamenin bu haliyle reddedilmesi çok daha doğru olur. Çünkü eksik bir soruşturma var, daha doğrusu hiç soruşturma yapılmamıştır.

Örneğin bu suç duyurusundan sonra savcılığın bunları araştırması ve soruşturması gerekirdi. Müşteki gazete bu konuşmayı yaptığım tarihten önce benim ve partim hakkında neler yazmış, nasıl bir dil kullanmış ve acaba benim eleştirilerimi hak etmiş mi, etmemiş mi? Birincisi, buna bakmalıydı. İkincisi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, Anayasa Mahkemesi’nin, Yargıtay’ın ve hatta yüzlerce yerel mahkemenin eleştiri sınırları ile ilgili toplamda binlerce kararı var. Hiç değilse bunlara bakmalıydı ya da bunlardan örnek alındığına dair bir soruşturma yürütmeliydi.

Bir başka soruşturma ciddiyetsizliğine değinmek istiyorum. Sözde benim bu konuşmamdan sonra müşteki gazeteye bombalı saldırı olmuş ve elimdeki iddianameye göre benim bu konuşmamla gazetenin bombalanması arasında bağlantı yarmış. İddianameden okuyarak söylüyorum: "Bombayı benzer gerekçelerle terör örgütünün müştekilere ait binanın çevresine koydukları tüm dosya kapsamından ve toplanan delillere göre şüphelinin yukarıda anlatıldığı şekilde atılı suçu işlediği anlaşılmakta..." Savcı Bey’e, iddia makamına göre bu illiyet bağında tereddüt yok. Ama yine aynı iddianameye göre söz konusu bombalama ile ilgili failler hakkında en küçük bir bilgiye ulaşılmadığı bir üst satırda belirtiliyor. İddianame o kadar çala kalem hazırlanmış ki, eğer beni gazeteyi bombalatmakla suçluyorsa açması gereken dava bu değildir. O bombalamayla konuşma arasında tek bir somut bağlantı yoksa, iddianameye koymaması gerekir.

Bu konuşmayı yaptığım tarihten bir gün önce partimin Diyarbakır mitinginde benim konuşma yapacağım esnada bir patlama yaşandı. Korumalarım araçtan inmeme izin yermediler. Ama ben korumaları da iterek araçtan indim ve oradaki vahşeti gözlerimle gördüm. Benim yanımda onlarca parçalanmış beden, birçoğunu da tanıdığım arkadaşlarımın cenazesi taşındı. Makam aracım ve koruma aracım da dahil ambulanslarla birlikte yaralıları ve cenazeleri taşıdılar. Patlamanın olduğu yere, patlamanın olduğu noktaya 20 metre mesafede iki küçük kızım, eniştem, annem, babam, yeğenlerim ve bütün ailem de vardı. Çocuklarım ve ailem o mitingde katledilen hiçbir insandan kıymetli değildir. Ama ben parçalanmış bedenlerin arasında çocuklarımı da aradım. Vahşet tablosuna tanıklık ettim.

O gün mitingde patlama oluncaya kadar bütün seçim kampanyası boyunca parti binalarımıza, seçim bürolarımıza toplamda 170 saldırı gerçekleştirildi. Adana ve Mersin il binalarımız bomba ile havaya uçuruldu. Bu saldırılar devam ederken, partime ve partililerime dönemin Başbakanı Davutoğlu, hakkımızda her mitingde hedef gösterici söylemlerine devam ediyordu. Müşteki gazetenin de arasında bulunduğu iktidar yanlısı gazetelerin tamamı da hakkımızda hedef gösterici yüzlerce yayın yapıyorlardı. Bütün bu saldırıların nedeni Başbakan’ın hedef göstermesi, güvenlik güçlerinin tedbir almaması, gazetelerin de bu hedef göstermeyi yaymasıydı.

Bütün bu hedef göstermeler ve saldırılarla ilgili, katledilen ve yaralanan arkadaşlarımızla ilgili iki kişi yargılanıyor. Biri Diyarbakır mitingimizi bombalayan şahıstır. Diğeri de benim. Buradaki garipliğe dikkat çekmek istiyorum. Biz, Türkiye’nin bir parçası ve gerçeğiyiz. Fakat bu ülkenin Edirne’den Hakkari’sine kadar hepsinin hem sahibi hem sevdalısıyız. Ancak iktidar yanlısı medyanın ve iktidarın hedef göstermesi nedeniyle sadece son iki yılda toplamda 500 yerde parti binalarımız ve partililerimize saldırıldı.

Ne hazindir ki, saldıranlarla, saldırganlarla ilgili tehdit ettiği için, hedef gösterdiği için ya da linç ettiği için yargılanan bir tek kişi yoktur. Bu yargı sisteminin adalet dağıttığına inanabilir miyiz? Örneğin müşteki gazeteye bombalamanın olduğu günden bir gün sonra benim de eleştirdiğim nüshasında attığı manşeti göstermek istiyorum. Az önce detaylarına değinmemekle birlikte, bir gün önceki karşılaştığımız tabloyu anlattım. Yüzlerce insan parçalanmıştı. Biz yaralıları taşımaya çalışırken polis gaz atmıştır. Bir gün sonra da müşteki gazete şu manşeti atmıştır: "Haçlı İttifakı" Haberde de şu yazıyor, “HDP’ye oy haçlı zihniyetine gider”.

Bu saldırılardan 2 ay önce de her gün bu haberleri yaptılar. DAİŞ denen alçaklar sürüsü her yerde partililerimi linç edip katledilinceye kadar. Aynı gazetenin 6 Haziran 2015 tarihli nüshasının en altında haber olarak değil tek bir satır bilgi vardır. Haberin detaylarının 18. sayfada olduğunu gösteren bilgi var: “HDP mitinginde şüpheli trafo patlaması, 10 yaralı”. Dolayısıyla benim o gün mitingde yaptığım şey hedef gösterme değildi. Bizi nasıl hedef gösterdiklerini örnekleriyle anlattım. Adalet bağımsız ve tarafsız olsaydı, bu davanın sanığı değil bu davanın müşteki mağduru olarak orada olmalıydık.

Bu gazetenin benim hakkımda kullandığı ifadelere de değinmek istiyorum: “İhanetin fotoğrafı” diyerek Rusya, Moskova gezimi bu şekilde haber yapmışlardır. Aynı gazete Başbakan’ın Moskova ziyaretini diplomatik bir zafer olarak haber yapmıştır. Diğer bir haberde fotoğrafımı kullanarak “Hendekçinin ihanet planı” olarak yazmıştır. Başka bir haberde “Utku’nun katili sizsiniz” diye Belçika, Avusturya, Almanya, Amerika, İngiltere başbakanlarının ya da devlet başkanlarının yanına benim de fotoğrafımı ekleyerek, beni de bunlarla birlikte katil ilan etmiştir. Başka bir haberi “Yüzsüz Demirtaş ağlayarak oy istedi”. Başka bir manşetinde fotoğrafımı kullanarak “utanmaz yalancı” diye manşet atılmıştır. Bir cuma namazında fotoğrafımla “cuma fitnesi de tutmadı” diyerek haber yapmıştır. “Atın şunu Meclis’ten” diyerek hakaretler içeren manşet atmıştır. Avukatlarım bunların hepsi ile ilgili suç duyurusu yapmışlar. Hiçbir savcı buralarda suç bulamamıştır. Ama benim bu gazeteyi eleştirme dışında hiçbir cümle kullanmadığım konuşmamda bana dava açılmıştır.

Türkiye’de maalesef yargı bağımsız değildir. Medya bağımsız değildir. Gazeteci kimliğini taşıyan kişilerin çoğu tutuklular. Daha çok devletten büyük ihaleler alan ve hükümeti desteklemek için gazete çıkaran büyük sermayedarların medya alanındaki tekeli ile karşı karşıyayız. Aynı mitingde örneğin Evrensel, BirGün, Cumhuriyet, Özgür Gündem gazetelerini aynı cümleyle eleştirseydim, hiç şüphem yok ki, asla o gazeteleri korumak için böyle bir dava açılmazdı. Çünkü yargının bir kısmı, iktidarı bir güç odağı olarak talimat ve emir merkezi olarak görüyor. Ona yakın medyayı da aynı güç odağının korunması gereken parçası olarak düşünüyor.

Birkaç yıl öncesine kadar yargı bir cemaatin baskısı altında teslim alınmıştır. Bugün bu gerçekler daha iyi ortaya çıktı. O günlerde de on bin partili arkadaşımı tutuklayıp içeri attılar FETÖ’nün hâkim ve savcıları. Bugün partim, Türkiye’nin üçüncü büyük partisidir. Bu savcı ve hakimlerin de kimisi tutukludur, kimi açığa alınmıştır. Suçlular mı değiller mi bilemem. Onlara sadece ‘bize yaptıklarınız sizin başınıza gelmesin’ diye adil yargılanma talep edebilirim. Ama bugün de AKP Hükümeti’nin yargı üzerinde baskı kurduğuna inanıyorum. Mahkemenizden talebim şudur: Yargı kimsenin oyuncağı ve oyun alanı değildir. Hiçbir iktidarın rakiplerini ezmek için kullanabileceği bir sopa değildir. Yargı, millet adına hukuka ve vicdana uygun karar verebilir, bağımsız ve tarafsızdır diyebilmelidir.

Eş Genel Başkanımız’ın haksız, hukuksuz bir şekilde milletvekilliği düşürüldü. Bu yargılamanın da dahil hepsinin muhalefeti sindirme yöntemi olduğundan hiçbir şüphemiz yoktur. Kaldı ki, parlamentomuzda 100’e yakın Bylockçu milletvekili olduğu iddiası var. Bunun hakikatinin referandumdan sonra çıkacağını düşünüyorum. 100'e yakın darbeci milletvekili varsa, bu milletvekillerinin oylarıyla bizim dokunulmazlığımız kaldırıldıysa ve bu milletvekillerinin oylarıyla Figen Yüksekdağ’ın milletvekilliği düşürüldüyse, yargının çok büyük bir siyasi komploya alet olduğu ortaya çıkar. Şundan hiç şüphe duymuyorum, bizi komplolarla gece yarısı evlerimizi basarak rehin alır gibi tutuklatanlar, gün gelecek adil yargımız, bağımsız yargımız karşısında hesap verecektir.

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Bütün bu baskılara rağmen Allah’tan başkasının karşısında dizimiz toprağa değmedi, değmeyecek. Bizler hücrelerde de tutulsak halkımızın iradesini onurumuzla temsil edeceğiz. Bütün ömrümüz hapiste geçse de merhamet dilenmeyeceğiz. Sadece adalet için mücadele edeceğiz. Ve ülkemizin aydınlık geleceği için bir arada, kardeşçe, barış içerisinde yaşanması için mücadele edeceğiz. Bu vesile ile savunmamı kesmeden dinleyen mahkemenize teşekkür ediyorum. Şahsım adına değil, yargının onuru adına sizden karar bekliyorum. Savunma ve dayanışma için orada bulunan avukatlarıma teşekkür ediyorum. Mahkemenizden, yargılamalardan bağışık tutulmayı talep ediyorum. Diğer duruşmalarda beni avukatlarım temsil edeceklerdir.

Kaynak: "Demirtaş: Yargı hiçbir iktidarın rakiplerini ezmek için kullanabileceği bir sopa değildir". hdp.org.tr. 23 Şubat 2017. 19 Kasım 2019 tarihinde kaynağından arşivlendi. 
Telif durumu: