Selahattin Demirtaş'ın 21 Şubat 2017'deki savunması
Üzerime atılı suçlamayı anladım. Savunmamı yapmaya hazırım. Ben de bu konuda daha önce ifade etmiştim, aynen tekrar ederim. Öncelikle, dokunulmazlıklarımızın parlamentoda kaldırılmasının Anayasa’nın 83/2 Maddesi kapsamında yerinde olmadığını düşünüyoruz. Şöyle ki, parlamentoda dokunulmazlıklarımız kaldırılırken, Karma Komisyon’da, Anayasa Komisyonu’nda ve Genel Kurul’da İç Tüzük’le savunmalarımızın alınması gerekirken, bu yönde savunmamıza başvurulmadan milletvekili dokunulmazlığımız kaldırılmıştır. Aynı zamanda, kaldırılan bu dokunulmazlığın, yasama sorumsuzluğunu kapsayıp kapsamadığı da belli değildir. Dolayısıyla, Meclis aşamasında milletvekillerinin kendini savunma hakkı ellerinden alınmıştır.
İkinci husus, dokunulmazlığın hangi süreye kadar kaldırıldığı, değişiklik kanununda belirtilmemiştir. Normal prosedür gereği, milletvekili dokunulmazlığı dönem sonuna kadar kaldırılır. Ancak 20 Mayıs 2016 tarihli değişiklikle dokunulmazlıklar parlamentoda bulunan dosyalar açısından kaldırılırken, aynı zamanda dokunulmazlığın dönem sonuna kadar devam edeceği de kabul edilmiştir. Bu durum, fiili bir imkansızlık oraya çıkarmıştır. Şu anda karşınızda hem dokunulmazlığı kaldırılmış hem de dokunulmazlığı devam eden bir milletvekili olarak duruyorum. Oysaki, dokunulmazlık dönem sonuna kadar kaldırılmış olsaydı, yargı mercileri, yargılamanın gerektirdiği bütün tedbirleri, usulleri uygulamakla serbest olacaklardı. Ama şu anda basit bir örnekle açıklamam gerekirse, mahkeme salonunda herhangi bir yeni suç işlediğim iddia edilse, hakkımda doğrudan soruşturma başlatılamayacaktır. Ancak bu konunun yeni bir fezlekeyle, dokunulmazlığımızın kaldırılması istemiyle yeniden parlamentoya götürülmesi gerekecektir.
Bizim itirazımız şudur; dokunulmazlıklar 20 Mayıs 2016 tarihine kadar kaldırılmıştır; o tarihten sonra dokunulmazlıklarımız olduğu gibi devam etmektedir. Anayasa’ya aykırı yapılmış olan bu düzenleme, şu ana kadar anayasal denetimden de geçmemiştir. Ana muhalefet partisi konuyu Anayasa Mahkemesi’ne götüremediği için, denetim yapılamamıştır. Dolayısıyla mahkemenizden ilk talebim, somut norm denetimi kapsamında dokunulmazlıkların kaldırılması hususunun öncelikle Anayasa Mahkemesi önüne götürülmesidir. Davanın bu aşamada bekletici sorun kabul edilerek, durdurulmasını talep ediyorum.
İddianamenin içeriğine gelirsek, her şeyden önce görevdeki bir milletvekilinin yaptığı konuşmadan dolayı soruşturma yürütülecekse, konuşmanın sorumsuzluk kapsamına girip girmediği araştırılmalıydı. Anayasa’nın 83/1. Maddesi, milletvekillerinin parlamento içinde söyledikleri sözlerden ve bunları dışarıda tekrarlamaktan dolayı hiçbir şekilde sorumlu tutulamayacaklarını belirtiyor. Parlamentodan kasıt, Genel Kurul, komisyon ve grup toplantılarıdır.
Sorumsuzluk müessesesi, dokunulmazlıktan farklı bir koruma müessesesidir. Parlamenter sistemlerde, özellikle parlamentodaki azınlığın, yani muhalefetin konuşma hürriyetini normal vatandaşlardan çok daha fazla öncelikli olarak koruyan bir mekanizmadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin birçok kararında, milletvekillerinin düşüncelerini açıklama özgürlüklerinin çok daha geniş olması gerektiğine hükmedilmiştir. Oysa iddianameyi hazırlayan savcılık bu konuda bir araştırma yapmamıştır.
11 yıldır TBMM üyesiyim. Bu 11 yıl içerisinde parlamentoda yaptığım bütün konuşmaların iddiaya konu konuşma içeriğiyle uyumlu olup olmadığı araştırılmalıydı. Bir milletvekiliyle ilgili konuşma hürriyetine müdahale edilecekse, yargının soruşturmayı bu ciddiyetle yürütmesi gerekmektedir. Ancak, maalesef bu iddianameyle suçsuzluğumu ispatlama külfeti benim üzerime bırakılmıştır. Aslında iddianame bu yönüyle eksik soruşturma gerekçesiyle iade edilmeliydi. Fakat bu aşamada, iddianamenin iadesi söz konusu olmadığından, haksız bir şekilde kovuşturma aşamasına muhatap bırakılmış oldum.
Bir başka hususa da dikkat çekmek istiyorum. Yine, parlamenter yönetim sistemlerinin özelliği itibariyle parlamentonun iki asli görevi vardır; birincisi yasamadır, ikincisi de denetlemedir. Güçler ayrılığı ilkesi gereğince yürütmeyi denetlemek, yargının ve yasamanın temel görevlerindendir. Anayasamız gereği, idarenin her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine tabidir. Yine Anayasamız gereği, idarenin her türlü eylem ve işlemi gensoru, yazılı soru, sözlü soru, araştırma ve soruşturma önergeleri ve sözlü eleştiri yoluyla yasama Meclisi tarafından da milletvekilleri aracılığıyla yerine getirilir.
19/03/2016’da Doğubayazıt ilçesinde yaptığım konuşmanın, hükümetin politikalarını, uygulamalarını ve aldığı kararları eleştiri yoluyla denetleme görevim ve hakkım kapsamında kaldığı göz ardı edilmiştir. Denetleme görevimi yerine getirirken kullanacağım üslup, izleyeceğim politika ve bu görevi layıkıyla yerine getirip getirmediğim hususu yargı tarafından denetlenemez. Bunu denetleyecek yegane makam, milletin kendisidir. Bunu da, sandıkta oy vererek gerçekleştirir. Nasıl ki, ben yasamanın bir üyesi olarak gidip bir adliyede bir savcının dosyasına, soruşturmayı nasıl yürüttüğüne müdahale edemezsem, bir savcı da benim hükümeti nasıl denetlediğime müdahale edemez. Burada doğrudan, milletten aldığım temsil yetkisine, bu temsil yetkisinden kaynaklı yasama ve denetleme yetkimize müdahale edilmektedir. Demokratik parlamenter sistemlerde güçler ayrılığı ilkesi esastır. Devlet; yargı, yasama ve yürütme olarak üç erkten oluşur. Bunların hiçbiri kutsal değildir. Eleştirilerden muaf değildir. Hiçbiri de gökten zembille inmemiştir. Hükümet adına, bana ve partime yönelik çok sert eleştiriler yapılmıştır. Ve hiçbir savcı, bize yapılan, içerisinde hakaret barındıran hükümet söylemlerine soruşturma açmamıştır. Oysaki, bana yapılan bir hakaret, TCK’nın 301. Maddesi’nde düzenlenen, TBMM’yi alenen aşağılama suçuna girer. Dikkat çekmek istediğim husus şudur; benim Türk milletini, Cumhuriyeti ve TBMM’yi veya hükümeti hakaret yoluyla aşağılama suçu işlediğim iddia ediliyor. Oysaki, ben zaten TBMM’yi temsil ediyorum ve yaptığım hata, devleti oluşturan iki erk arasındaki siyasi polemikten başka bir şey değildir. Suç sayılan cümlelere gelince. Aslında bunların içeriğini savunmak zorunda hissetmiyorum kendimi. Az önce belirttiğim çerçevede tümüyle siyaset hakkım, parlamenter yetkim, milletvekili sorumsuzluğum ve son olarak da ifade özgürlüğü hakkım kapsamındadır söylediklerim. Yine de içeriğe dair birkaç cümle ifade etmek isterim.
Konuşmamda, AKP’nin hukuk uygulamalarından rahatsız olanlar var, ama seslerini çıkaramıyorlar demişim. Nasıl, halk üzerinde bir zorbalık varsa, nasıl halkın üzerinde bir hükümet terörü varsa, devlet içerisinde de, bürokraside de, yargıda da bir AKP hükümet terörü var. Sesini çıkarıp itiraz edeni düşman ilan ediyorlar.
Şimdi sayın hakim, ben bu cümleyi kurduğumda ülkemizde 15 Temmuz darbe girişimi gibi bir alçaklıkla henüz karşılaşılmamıştı. Oysaki, benim bu cümlede yaptığım uyarıyla, tam da devlet, yargı, bürokrasi içerisine çöreklenmiş ve halk üzerinde adeta bir terör estiren yapıya işaret ettim. Hükümet de o dönemde bunlara toz kondurmuyordu. Buna benzer onlarca uyarım ve eleştirim vardır. İşte muhalefetin denetleme yetkisi burada çok önemlidir.
O dönem bu konuşmayı yaptığımda, alelacele bana soruşturma açan savcılar, bu uyarımı dikkate alacak şekilde soruşturmayı yürütmek için beni tanık olarak çağırsalardı çok daha anlamlı olurdu. Maalesef bu iddianameye benzer, hakkımda bugüne kadar 102 iddianame düzenlendi. Yargı eliyle susturulmaya çalışıldım. Devlet içindeki kanun ve hukuk dışına çıkmış yapıları, hükümet şahsında eleştirdikçe, yargı bizi, Hükümetin de hedef göstermesiyle baskı altına aldı. Dolayısıyla bu konuşmam son derece yerinde uyarılar içeriyor. Bugün ortaya çıkıyor ki, devletin bütün kademelerine çöreklenmiş devasa bir paralel devlet, yılardır halka yönelik haksızlıklar yapmış. Burada, bu konuşmada hükümeti aşağılama yoktur. Yerinde ve doğru tespitlerle hükümeti uyarma vardır. Bu gerekçelerle, hakkımda açılmış olan bu davayı, bir politik baskı aracı olarak görüyorum.
Mahkemenizin, bütün bu itiraz ve savunmalarımı dikkate alarak bu dosyaya, bu duruşmada son vermesini istiyorum. Eğer ki, hakkımda açılmış tek dava bu olsaydı, bunu makul karşılayabilirdim. Ancak, maalesef yaptığım her konuşma hakkında dava açılmışsa, burada bir terslik vardır. Unutulmasın ki, biz sadece seçildiğimiz şehir değil, bütün Türkiye’yi temsil ediyoruz. Bizim yaptığımız siyaseti yargı mensupları beğenmeyebilir. Bu durumda yapmaları gereken şey bize dava açmak değil, oy vermemektir. Bizim de yapmamamız gereken şey, konuşmalarımızdan dolayı yargılanmak değil, Türkiye’nin her yurttaşından oy alabilecek, destek alabilecek ve Türkiye’nin sorunlarına çözüm getirecek siyaseti ortaya koymak koymalıdır.
Yargı ve yasama erkinin bu tür gerekçelerle mahkeme salonlarında karşı karşıya gelmesi hoş bir durum değildir. Parlamentonun saygınlığına da, yargınızın güvenilirliğine de zarar verir. Görebildiğim kadarıyla, dosyada araştırılacak hiçbir husus yok. Toplanması gereken bir delil yok ve mahkemenizin yeni bir duruşmaya gerek duymadan, bu aşamada beraat kararı vererek bu haksız yargılamaya son vermesini talep ediyorum. Son olarak, mahkemenizin bulunduğu yere yaklaşık 1.500 km uzaklıktaki bir cezaevinde tutukluyum. Tutukluluğum da hukuki değil, siyasidir. Ancak bu nedenle, huzurunuzda savunma yapmak şansım olmadı. Fiziki imkansızlık nedeniyle SEGBİS ile savunma yapmak durumunda kalıyorum. Bu uygulama, yargılamanın doğrudanlığı ilkesine aykırıdır. Adil yargılanma hakkı da tam oluşmamıştır. Mahkemenizin vereceği karara saygı duyduğumu belirtmek istiyorum.
Kaynak: "Demirtaş: Yaptığımız siyaseti beğenmeyen yargı mensuplarının yapması gereken bize dava açmak değil, oy vermemektir". hdp.org.tr. 30 Aralık 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi.
|