Selahattin Demirtaş'ın 20 Şubat 2017'de Diyarbakır'daki ifadesi

İddianame veya fezleke hazırlanma aşamasında sorumsuzluk müessesesinin kesinlikle gözetilmesi ve araştırılması gerekir. Bir savcı, bir milletvekili hakkında soruşturma yürütüyorsa, hukukun bir milletvekilinin konuşma veya sözünden dolayı soruşturma yürüttüğünü göz önünde bulundurursak, bu durumda bakacağı ilk şey dokunulmazlık değil, sorumsuzluktur. Anayasamızın 83/1 maddesinde düzenlenen sorumsuzluk milletvekillerine, diğer vatandaşlara kıyasla düşüncelerini açıklama, söz söyleme hürriyeti açısından ekstra bir koruma sağlamıştır. Kürsü dokunulmazlığı da denilen bu koruma müessesesi, parlamenter sistemlerde özellikle parlamentodaki azınlığın, yani muhalefetin iktidara karşı eleştiri hakkını güvence altına almaya dönük bir koruma müessesesidir. Kaldı ki, milletvekili olmayan herhangi bir yurttaşımız bile bir konuşma bir konuşma veya düşünce açıklamasından dolayı soruşturmaya tabi tutulacaksa sadece TCK değil, Anayasa’nın 90. Maddesi gereğince öncelikli olarak uluslararası insan hakları göz önünde bulundurmak zorundadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, AİHM, Birleşmiş Milletler sözleşmeleri bu açıdan bakıldığında ifade özgürlüğünü güvence altına alan madde ve kararlarla doludur. Özetle bu uluslararası mevzuatta açıkça şiddeti övmek, şiddeti teşvik etmek ve ırkçılık yapmak şeklindeki sözle beyanlar dışında kalanlar ağırlıklı olarak düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmiştir.

‘Yargılamanın devam ediyor olması Parlamento iradesine müdahaledir’

Anayasa’nın 83/1. maddesindeki milletvekili sorumsuzluğu ise bahsettiğim bu özgürlük alanında çok daha fazlasını milletvekillerine tanımaktadır ve doktrinde milletvekili sorumsuzluğu geniş yorumlanmış, parlamento içinde sarf etmemiş bile olsa milletvekilinin parlamento konuşmalarından dolayı da soruşturma yapılamayacağı düşüncesi vardır. İddianameyi düzenleyen savcı CMK’da kendisine verilen bir görevi eksik olarak yerine getirmiştir. CMK’ya göre savcılar sanığın sadece aleyhine değil, lehe olan delilleri toplamakla da mükelleftir. Ancak iddia makamı, yaptığım bir konuşmadan dolayı soruşturma yürütürken, sorumsuzluk mevzusunu aklına bile getirmemiştir. Oysaki mahkeme huzurunda benim kendi suçsuzluğumu ispatlama yükümlülüğüm yoktur, iddia makamının benim suçlu olduğumu ispatlama yükümlülüğü vardır. Ama bu dosyada üstünkörü bir soruşturma ile dava açılmış ve “Buyurun, suçsuz olduğunuzu ispatlayın” denmiştir. Eğer ki sorumsuzluk kapsamına giren bir soruşturma olduğu tespit edilirse velev ki kovuşturmanın esasına girdikten sonra bu anlaşılırsa, şahsıma karşı anayasal bir suç işlenmiş olacaktır. Çünkü 83/1. maddedeki düzenleme parlamenter bir yetkidir. Demokratik sistemin güvencelerinden biridir. Güçler ayrılığına dayalı demokratik rejimin önemli hususlarından biridir. Ben yasama meclisinin bir üyesi olarak nasıl ki elimi kolumu sallayarak gelip adliyede herhangi bir hakim veya savcının elinde bulunan dosyalara müdahale edemezsem, güçler ayrılığı gereği benim yetkim yoksa, bir yargı üyesinin de benim görevime bu şekilde müdahale yetkisi yoktur. Yargıç güvencesi neyse milletvekili sorumsuzluğu da odur. Bu nedenle, yargılamanın halen devam ediyor olması, bu açıdan doğrudan Parlamentonun iradesine müdahaledir.

‘Yargıyı tanımayan Hükümetin kendisidir’

İkinci husus, dokunulmazlık konusu mahkemelerimiz tarafından yeterince detaylı tartışılmıyor. Bir milletvekilinin sizin huzurunuzda yasalara uygun şekilde yargılanabilmesi için, dokunulmazlığın dönme sonuna kadar kaldırılması gerekir. Cumhuriyet tarihimiz boyunca da, dokunulmazlıklar istisnasız olarak, her zaman dönem sonuna kadar kaldırılmıştır. Öyle ki, yargılamayı yürütecek makamlar, yargılamanın gerektirdiği her türlü tedbiri alabilsinler, her türlü faaliyeti yürütebilsinler diye dönem sonuna kadar kaldırılır. Oysa 20 Mayıs 2016 tarihli Anayasa değişikliğinde, değişikliğin Resmi Gazetede yayınlandığı tarihe kadar olan dosyalar ile ilgili dokunulmazlıklar kaldırılmıştır. Ancak değişiklikte, dokunulmazlığın ne zamana kadar kaldırıldığı yazmamaktadır. Benim ve Meclis grubumun, yasama aşamasında en çok itiraz ettiğimiz tam da buydu. Biz dokunulmazlıkların, bütün milletvekilleri için dönem sonuna kadar kaldırılması gerektiğini savunduk. Şu anda karşınızda dokunulmazlığı herhangi bir bakandan, Başbakan’dan ya da Parlamento üyesi herhangi bir milletvekilinden hiçbir farkı olmayan bir milletvekili olarak bulunuyorum. Siz, yargı erkinin üyesi olarak ve haklı olarak şunu söyleyebilirsiniz; Anayasa değişikliği önümdeki dosyayla ilgili yargılama yetkisi bana vermiştir” diyebilirsiniz. Bu konuda kesinlikle haklısınız, mutlak yargılama yetkiniz vardır. Ancak ben de, yasama meclisini bir üyesi olarak kesinlikle haklıyım. Çünkü dokunulmazlığım halen vardır. Dolayısıyla yasama ve yargı üyeleri arasında bir yetki veya müdahale çatışması ortaya çıkmaktadır. Ve hiçbir kanunumuzda böyle bir çelişki veya çatışma ortaya çıktığında yargı üyesinin yargılama yetkisinin, yasama üyesinin yasma yetkisinden üstün olduğuna dair hiçbir belirleme yoktur. O nedenle, ben ve Meclis grubu üyesi milletvekili arkadaşlarım, bu haliyle yargılama yapılamaz diyerek ifade vermeyi kabul etmedik. Biz burada yargının yetkisini tanımıyoruz demedik. Tam tersine, yargının bağımsızlığını, saygınlığını, onurunu savunduk. Maalesef hükümet sözcülerinin manipülatif, çarpıtmaya sanki HDP yargı makamlarının yetkisini tanımıyor havası yarattılar. Oysa yargıyı tanımayan, Anayasaya aykırı işler yapan, yasama ve yargı üyelerini karşı karşıya getiren, bizzat hükümetin kendisidir. Şimdi belirttiğim bu hususlar, dosyanın esasından daha önemlidir. Karşınızda yargıladığınız kişi, sadece şahsını temsil eden bir birey değildir. Yaptığım konuşma da, kişisel düşüncelerimden ibaret değildir. Parlamenter yetkim ve seçmenlerimden aldığım meşruiyete dayalı siyaset hakkımdır, yargıladığınız şey tam olarak budur. Eğer ki mahkemeniz bu kadar önemli bir demokratik tartışmayı ciddiye almayıp doğrudan yaptığım konuşmalarla ilgili beni sorguya çekerse, bütün bu anayasal hakkımı, seçmenlerimin temsil hakkını ve sorumsuzluktan kaynaklı mutlak dokunulmazlık hakkımı ihlal etmiş olacaktır. Ben sayın mahkemenize bu hatırlatmaları yapıyorum ve bütün bu hususlar gözetilerek yargılamanın bu aşamada durdurulması, eğer ki iddialarımız ciddiye alınırsa davanın düşürülmesi ve yargılamanın sonlandırılmasını talep ediyorum. Ancak mahkemeniz bu iddialarımızı ve ortaya koyduğumuz savunmaları ciddi bir araştırmadan sonra yeterli görmeyip esasa dair sorgu yapmak isterse mahkemenizin bu mutlak yargı yetkisine elbette ki saygı duyacağım.

‘Hükümete yönelttiğim eleştirilerin sertliği veya yumuşaklığı savcıyı ilgilendirmez’

Dosyanın, iddianamenin esasına dair birkaç şey ifade etmek istiyorum. Hakkımda Türk milletini, Cumhuriyetini, TBMM'yi alenen aşağıladığım iddiasıyla dava açılmıştır. Yine CMK'ya göre iddianamelerde somut suç isnadı somut olgularla irtibatlandırılmak durumundadır, iddianameye esas konuşmayı okuduğumda neresinde Türk milletine hakaret ettiğim, ya da neresinde Cumhuriyete hakaret ettiğim, ya da neresinde TBMM'yi alenen aşağıladığım belirtilmiyor. Ya da hepsini aynı anda mı yapmışım bu da belirtilmiyor. Konuşma bir bütün olarak yürütme görevini sürdüren Cumhurbaşkanı ve Başbakanı politikalarına, idari kararlarına yönelik eleştirilerden ibarettir. Savcı soruşturmayı yürütürken benim TBMM'nin zaten üyesi olduğumu göz ardı etmiş, ben kendi temsil ettiğim parlamentoya tam olarak nerede hakaret etmişim, iddianamede onu belirtmemiş. Konuşmam bir bütün olarak incelendiğinde AKP hükümetinin ve Ananasımıza göre yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanının almış oldukları politik kararların kendi görüşüm açısından eleştirilmesinden başka hiçbir şey değildir. Tam da bu noktada başka bir parlamenter yetkiye dikkat çekmek istiyorum, parlamentonun ve dolayısıyla milletvekilinin iki temel görevi vardır, bunlardan birincisi yasama faaliyetidir, ikincisi denetleme faaliyetidir. Milletvekilleri denetleme görevlerini değişik şekillerde yerine getirirler. Gensoru, sözlü soru, yazılı soru, araştırma soruşturma önergeleri ve konuşma, eleştiri yaparak denetim faaliyeti yürütürler. Burada yaptığım konuşma bu anlamda tam da bir parlamenter denetim görevidir. Anayasamıza göre idarenin hiçbir eylem ve işlevi denetim dışına çıkarılamaz. İdarenin eylem ve işlevleri iki şekilde denetlenir. Biri yargısal denetimdir, bir diğeri parlamenter denetimdir. Şimdi iddianamede geçen konulara dönersek Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yürütme organı olan hükümet bazı il ve ilçelerde sokağa çıkma yasağı ilan etmiş. Yine çözüm süreci olarak ifade ettiğimiz Kürt sorununda çözüm arayışından vazgeçmiş, ya da 400'dan fazla parti binamız, genel merkezimiz ırkçı gruplar tarafından yakılıp yıkılırken bunlara karşı yeterli güvenlik önlemi almamış, ya da etkili soruşturmalar yürütmemiş. Bunların hepsi idari karar ve faaliyetlerdir. Bu idari faaliyet ve kararlar yargı tarafından denetlensin diye avukatlarımız tarafından bütün bu hususlarda çok sayıda suç duyumsu yapılmıştır, ama yargı bu konularda etkili bir denetim ve soruşturma yürütmemiştir. Bizim yaptığımız ise parlamenter denetimdir, bu parlamenter denetimi nasıl yaptığım hususunda iddia makamları, savcılık makamları müdahale hakkına sahip değildir. Ben sıradan yurttaş değilim. Velev ki öyle olsam buradaki sözler suç değildir. Ama denetim görevini yerine getiren parlamenter bir eşbaşkanım. Bir muhalefet lideriyim ve benim denetimi yeterince yapıp yapmadığımı, layıkıyla yapıp yapmadığımı sadece seçmenler denetleyebilir bunun hesabını da sandıkta sorabilir. Ben görevimi yerine getirirken hükümete yönelttiğim eleştirilerin sertliği veya yumuşaklığı savcıyı ilgilendirmez, yargıyı ilgilendirmez. Burada açıkça hükümeti ideolojik olarak, siyasi olarak koruma kaygısı vardır. Hiçbir iktidar kutsal değildir. Hiçbir parti ve ideoloji kutsal değildir. Hiçbir iktidar, hiçbir Cumhurbaşkanı, hiçbir Başbakan, hiçbir muhalefet başkanı eleştiriden azade değildir. Ancak maalesef bizim yaptığımız denetim ve bu kapsamdaki eleştiriler AKP'yi korumak adına bize karşı yargı baskısına dönüşmüştür.

‘Savcılar benim peşime düşeceklerine eleştirilerimden yola çıksalardı belki 15 Temmuz darbecileri daha erken ortaya çıkarılacaktı’

Şimdi daha önemli bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum. 09.09.2015 tarihinde yaptığım bu konuşmada geçen bir cümleyi altını çizerek dikkatinize sunmak istiyorum. Bu konuşmanın bir yerinde demişim ki "bütün bu olanlarda bu işte bir terslik olmalı". Bu cümleyle yaptığım uyarının 15 Temmuz darbe girişiminde nasıl bir vahşetle ortaya çıktığını gördük, bu konuşmam incelendiğinde Cizre’de o gün itibariyle devam eden güvenlik güçleri uygulamalarının yasalara aykırı olarak devletin zor kullanma yetkisini aşarak uygulandığını iddia etmişim ve bu konuda hükümet sürekli oradaki komutanları ve operasyonları yürütenleri savunmuştur. Ha keza 400 den fazla parti merkezimiz yakılıp yıkılırken bu işte terslik olmalı demişim ve hükümeti uyarmışım. Yani layıkıyla denetim görevimi yerine getirmişim. O gün bu konuşmayı yaptığımda savcılar benim peşime düşüp soruşturma açacaklarına bu eleştirilerimden yola çıkarak bu uygulamaları yapan güvenlik güçlerini soruştursalardı belki de 15 Temmuz darbecileri daha erken ortaya çıkarılacaklardı. Bunu da afakî olarak söylemiyorum, çünkü Cizre'de şehir operasyonlarını yürüten bütün komutanlar darbeci olarak tutuklandılar. Diyarbakır Sur’da operasyonu yürüten ordu komutanı bile tutuklandı. Nusaybin’de, Şırnak’ta, Yüksekova'da bütün bu şehir operasyonlarını yürüten komutanları darbeye teşebbüsten tutuklandıklarına tanık olduk. Sayın Hakimin o gün bir yerlerde terslik var diye uyarırken belki bunların darbe hazırlıkları yaptığını bilmiyorduk, ters gidişatın, yanlışın farkındaydık ve nitekim anlaşıldı ki bu darbeci komutanlar ülkede hükümetin yönetim zafiyeti içerisine girdiğini ispatlamak için sokağa çıkma yasağı olan birçok yerde orantısız güç kullandılar, milli güvenlik kuruluna yanıltıcı istihbarı raporlar göndererek ordunun tanklarla şehirlere girmelerini sağladılar. Ülkeyi adım adım bu şekilde darbe sürecine götürdüler. O günlerde peki biz ne yapmıştık. Hükümeti uyanmışız, ben yaptığım birçok konuşmada şunu belirttim; Bir yerde birileri hendek barikat kazarak eline silah almışsa devletin yasalar çerçevesinde müdahale hakkı ve yetkisi vardır. Ancak o dönemde gördük ki bu yetki fazlasıyla aşılmaktaydı, sivil insanlar ve sivil yerleşim birimleri hedef alınmaktaydı. Bunu yapan komutanları ve bu kararı siyasi olarak veren hükümeti eleştirdiğimizde savcılar bize değil ortaya çıkardığımız suça yönelik soruşturmayı yönetmeliydi. Fakat bugün bütün bu acı gerçek daha net ortaya çıktı. Elbette ülkemizi vahşi darbe girişimine götüren tek alçaklık bu değildi. Başka şeylerde yaptılar bunlar. Ama yargılama konusu olmadığı için uzun uzun açmak istemiyorum, dolayısıyla bugün bu konuşmalardan dolayı yargılanması gereken ben değilim. Bu eleştirilerimizi dikkate almayarak ülkemizi darbe koşullarına götüren hükümettir yargılanması gereken. Biz muhalefet olarak, iktidarın yürütme görevini denetledik ve anlaşılıyor ki yerinde bir denetim yapmışız. Bundan dolayı madalya istemiyoruz. Ama iddianameyi de hak etmiyoruz. Hâlihazırdaki iddianame de, bu faaliyetlerimizi sorguluyor. Aslında, bizim ve diğer milletvekillerimiz hakkında açılan bütün davalar böyledir. Tutuklu olduğum dosya da, aynı şekilde bu kapsamdadır. İddianamede deniyor ki, “Cenazeleri sokak ortasında bırakan bir hükümet” diyerek, Hükümeti aşağılamışım. Örnek veriyorum; 19 Aralık 2015 günü, Şırnak Silopi ilçesinde 75 yaşındaki Taybet İnan isimli yaşlı bir kadının cenazesi tam 7 gün sokakta kalmıştır. Cenazesi çürümeye terk edilmiştir. Avukatlarım, basında çıkan belgeleri ve haberleri dosyaya koyacaklarıdır. 7 Eylül 2015 tarihinde Şırnak Cizre ilçesinde Cemile Çağırga adlı çocuğun cenazesi 3 gün boyunca, annesi tarafında derin dondurucuda bekletilmiştir. 25 Aralık 2015, Cizre’de, annesinin kucağındaki Miray adlı küçük bebek güvenlik güçlerini açtığı ateşle ölmüştür. Bütün bunların tamamı, yürütmenin faaliyetleridir. Bunlar, Türk milletinin faaliyetleri değildir. Cumhuriyetin ve TBMM’nin de faaliyeti değildir. Hükümetin faaliyetlerini, herhangi bir vergi faaliyetini nasıl eleştiriyorsak, bunu da eleştirme hakkımız vardır.

Bütün bu hususlar gözetilerek ve bütün yargılama, tutuklama takvimlerinin Türkiye’de devam eden referandum sürecine endeksli olduğu gözetilerek, yargının siyasete alet olmasını engellemenizi bekliyorum. Başka da hiçbir araştırmaya, başka da hiçbir tevsi tahkikata gerek kalmadan, hakkımda beraat kararı verilerek bu hukuksuzluklara dur demenizi talep ediyorum.

Kaynak: "Demirtaş: Eleştirilerimiz, AKP'yi korumak adına bize karşı yargı baskısına dönüşmüştür". hdp.org.tr. 20 Şubat 2017. 19 Ekim 2019 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Eylül 2017. 
Telif durumu: