Selahattin Demirtaş'ın 17 Ocak 2017'deki savunması
Öncelikle, esasen savunmamı mahkemenize gelerek yapmaktan yanaydım. Ancak hakkımda pek çok yerde soruşturma ve kovuşturma yapıldığından, hepsine birden gidemeyecek olmam sebebiyle, mecburiyet sebebiyle SEGBİS vasıtasıyla savunma yapmayı kabul ettim.
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı talihsiz bir fezleke düzenleyerek Adalet Bakanlığına göndermiş. Adalet Bakanlığı yazısının 06.06.2014 tarihli bir fezlekeye istinaden yazıldığı hususuna baktığımda giden fezlekenin 06.06.2014 tarihli olduğunu anlayabiliyorum. Yani Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı fezlekeye tarih bile atmayacak kadar vasıfsız bir evrak düzenleyerek bakanlığa göndermiş. Adalet Bakanlığı, “Şüphelilerin ne şekilde propaganda yaptıkları hususu belirsizdir“ diyerek bu fezlekeyi iade etmiş. Bunun üzerine ikinci kez fezleke hazırlanmış. İkinci fezlekede de o tarihte milletvekili olmayan Sebahat Tuncel hakkında da işlem yapıldığından, bakanlık bu hatayı fark ederek ayırma kararı verip işleme devam edebilmesi gerektiğinden bahisle fezlekeyi iade etmiş. Bilahare 3. bir fezleke hazırlanmış ve bu fezleke işleme alınmış.
Esasen yargılandığımız hususta çözüm sürecini bitirmek isteyen kişilerin şikayeti dışında herhangi bir delil yoktur. Konuşmadan 15 ay sonra ilk fezlekenin hazırlandığı düşünüldüğünde, davanın siyasi bir saikle açıldığı görülebilmektedir. Hatta fezleke ve iddianame o kadar kötü hazırlanmış ki Sırrı Süreyya Önder, “ben iddianamedeki gibi söylemedim” demektedir. Benim de konuşmam ana çerçevesinden kopartılarak fezlekeye ve iddianameye konu edilmiş. Mahkemenizin yargılama yetkisine sahip olduğu muhakkaktır. Ancak usule uygun şekilde soruşturma ve kovuşturmanın başlaması gerekebilir. Yargı yetkisine itirazım olmamakla birlikte bir politik süreç sonucunda yargılamaya başlanmasını hukuki bulmuyorum.
Hakkımızdaki dokunulmazlıklar Cumhuriyet Savcısının talebiyle değil, Cumhurbaşkanı’nın Parlamentoya baskısıyla politik bir baskı ve karar neticesinde kalktı. Dokunulmazlığımız normal bir usulle kalksaydı belki Meclis’te kendimizi savunabilecektik ve grup kararı bile alınamayan bu hususta Meclis, önünüzde bulunan dosyada dokunulmazlığımızın kaldırılmamasına karar verebilecekti.
Biz bu usulsüzlük sebebiyle savcılıklara gitmeyi de reddettik. Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Hakan Fidan’a ve dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’a “İfadeye gitme” dediklerini beyan etmektedirler. Nitekim bu hususta haksız da olmayabilirler. Onlar bunu söyleyebiliyorsa, biz de güvensizliğimizi bildirmiş olabiliriz. Yoksa, mahkemenin yargı yetkisi tartışmasızdır.
Dokunulmazlıkların, milletvekili döneminin sonuna kadar kaldırılması gerekirken, bizde geriye doğru bir uygulama yapıldı. Nitekim, bu hususu Sırrı Süreyya Önder az önce “zaman makinesi” örneğiyle açıklamıştır. Bu durum dahi, bizim gayri hukuki bir şekilde soruşturulup kovuşturulduğumuzu göstermektedir. Partimizin görüşü kabul edilmeyebilir ancak bu dava konusu konuşmadan önce yüzde 6.3 oy alırken, bu konuşmadan sonra 13.3 oy aldık. Savcılık, konuşmalarımızdan bir tek cümleyi alıp bizi heyetin karşısına çıkarmış. Biz halen halkın oyuyla seçilmiş parlamenterleriz. Savcılık, konuşmanın tamamını bile iddianameye almamış, hakkımda 4 satırlık bir yazıya yer vermiş. Böyle niteliksiz bir iddianameyle 6 milyon kişinin oyunu almış ve geçmişte cumhurbaşkanlığına aday olmuş bir kişi olarak ağır ceza mahkemesinde yargılanıyorum.
Esasen bu davada müştekiye ihtiyaç yoktu. Ancak çözüm süreci sırasında kimse re’sen işlem yapmadığından, iki müşteki bulunup evrak hazırlanmış. Benim hakkımda 102 tane fezleke hazırlanmıştır. Bir kısmından ifade veriyorum, bir kısmından yargılanıyorum. Bunları hazırlayan savcıların yüzde 80’i açığa alındı ya da tutuklandı. Haklarında hüküm verilmiş olmadığı için, kesin olarak bir şey diyemesem de böyle bir vaka olduğu malumdur.
Paris’te öldürülen 3 kişinin MİT ve ‘FETÖ’ ile birlikte öldürüldüğüne dair iddialar duyduk. Barış isteyen bu 3 kişiye karşı işlenen ve barış sürecini engellemek isteyenler tarafından aşikar olan suçtan ötürü barışı sahiplenmeye dair davranışımın terör örgütü propagandası olarak kabul edilmesi mümkün değildir.
Barış süreci başarıyla sonuçlansaydı ben şu anda burada yargılanmıyor olacaktım. Ve muhtemelen hem ben hem bu süreçte görev alan kişiler barış ödülleri alacaktık. Bir muhalefet partisi genel başkanı “Ne barışı, Kandil’i dümdüz edin” diyordu. Bu kişinin söylediği bu sözler herhangi bir fezlekeye konu edilmedi. Ancak benim “Sen hiç nöbet tuttun mu? Halkın yoksul evlatları üzerinden bu savaşı yürütüyorsunuz” şeklindeki eleştirim sebebiyle dava açıldı. Acaba hangimizin sözü daha çok şiddet içeriyor, mahkemenin takdirine bırakıyorum.
Biz, 15 milletvekilinin tutuklanacağı yönünde bir haber almıştık. Ancak yurt dışında çıkış yasağımız da bulunmadığı halde ülkemizi terk etmedik. 75 gündür tutukluyum. Bu yargılamaların tarihe geçeceğini düşünüyorum. Keşke yargının bağımsız olduğu görebilsek ancak bizim hakkımızda beraat kararı vermenin zor olduğunu biliyorum. Beni tutuklayan hâkim için de üzülüyorum. Ya ben tutuklanacaktım ya da ‘FETÖ’cü olduğu gerekçesiyle o tutuklanacaktı.
İddianamenin vasıfsızlığını göstermek için buradayız. Karara saygılıyız, bugüne kadar bedel ödedik, gerekirse bundan sonra da öderiz.
Kaynak: "Demirtaş: Barış süreci başarıyla sonuçlansaydı şu anda burada yargılanmıyor olacaktım". hdp.org.tr. 17 Ocak 2017. 19 Ekim 2019 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Eylül 2017.
|