Sebahat Tuncel'in 18 Mayıs 2021'deki savunması
Mücadele arkadaşlarımı, milletvekili arkadaşlarımı eşbaşkanlarımızı, şu an bir arada olamadığımız SEGBİS’teki arkadaşlarımı, HDP’nin kuruluş sürecinde birlikte çalıştığım ve şu an birlikte sanık sandalyesinde oturduğum mücadele arkadaşlarımı saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Reddihâkim tartışmasına girmeden önce, eşbaşkanlarımız zaten değerlendirmelerini yaptılar, o yüzden tekrara girmeyeceğim. Ancak 26 Nisan’daki duruşma hakkında bir şeyler söylemek istiyorum.
Kürt kadın siyasetçiler olarak devlet şiddetini bu mahkeme salonunda bir kez daha deneyimledik
Biz orada erkek devlet ve erkek yargının gerçekten ne olduğunu çok açık bir şekilde gördük. Aslında bir erkeklik gösterisi ile karşı karşıya kaldık. Mahkeme heyeti kendisindeki bu iktidarı, kendisindeki yetkiyi o kadar kötü kullandı ki bir kez daha şiddetle karşı karşıya kaldık. Bizler Kürt kadın siyasetçiler olarak devlet şiddetini ve erkek şiddetini birçok kez deneyimledik ama bu mahkeme salonunda bir kez daha bu şiddete maruz kaldık, bunu özellikle belirtmek istiyorum. Öyle ki; sözümüzü keserek ve dinlemeyerek, eş genel başkanlarımızın sesini mikrofonlarını kapatarak kendinizde mevcut gördüğünüz iktidarı ve teknolojinin üstünlüğünü kullanarak bir güç gösterisi ve erkeklik gösterisi yapmış oldunuz. Mahkeme heyeti “benim borum öter, beni dinleyeceksiniz” demiş oldu. 6 milyon oy alan bir partinin yöneticilerini, eş genel başkanlarını, belediye eşbaşkanlarını alıp getirmişsiniz buraya ama dinleme zahmetinde bile bulunmuyorsunuz. Onu bırakın bir saygı gösterme durumu bile gelişmedi. Ben bunun bir problem olduğunu düşünüyorum.
Herkesin kendini güven içinde hissedip savunma yapacağı bir ortamı yaratmanın sorumluluğu bize değil size aittir
Arkadaşlarımıza söz vermemeniz ayrı bir şey, bizi savunmasız ve güvencesiz bıraktınız bu salonda. Sonra da arkadaşlarımıza gerekçeyi şöyle ilettiniz “Bizim sorunumuz yok kapı açıktır, gelsinler”. Ama mahkemede sağlıklı ve herkesin kendini güven içinde hissedip savunma yapacağı bir ortamı yaratmanın sorumluluğu bize değil size aittir. Siz bunu gerçekleştirmek yerine bir güç gösterisine girdiniz. Bunun büyük bir problem olduğunu düşünüyorum. Tabii anlıyorum, aslında bu ülke artık böyle yönetiliyor. Cumhurbaşkanı erkek devletin bir örneği olarak bir gecede çıkıp “Ben İstanbul Sözleşmesini iptal ettim” diyor. Bir gecede Diyarbakır'ın ilçesi olan Kulp’un belirli bölgelerini başka bir ile bağlıyor. O erk olma durumu, o tek adam durumu o kadar çok her yere sinmiş ki devletin bütün kurumlarında bunun yansımalarını görüyoruz. Bu şiddet olgusunun altını bir kez daha çizmek istiyorum. Sadece burada karşılaşmıyoruz, mesela buradan Sincan 3 No’lu L Tipi’ne gittiğimde çıplak aramayı reddettiğim için hakkımda soruşturma açılıyor. Onun için de savunma vermek zorunda kaldım ya da başka bir nedenle sürekli bir devlet şiddetiyle karşı karşıyayız.
Buradan bir adalet beklemek mümkün değil
Ben 4,5 yıldır cezaevindeyim diğer birçok arkadaşlarımız gibi. Burada birçok kez devlet şiddetiyle karşı karşıya olduğumuzun altını çizmek istiyorum. Arkadaşlarımız ve eşbaşkanlarımız reddihâkim tartışmalarını ifade ederken, mahkemenizin ilk günkü yönetimi ile ilgili değil dedi ama bence o da önemli. Çünkü başlangıç sonucu belirler. Siz öyle bir başlangıç yaptınız ki buradan bir adalet beklemek mümkün değil. Aslında eş genel başkanlarımız çok güzel ifade ettiler. İki temel noktaya vurgu yaptılar. Selahattin Başkan yalana vurgu yaptı, bize karşı geliştirilen yalanları belirtti. Figen Başkan da hakikate vurgu yaptı, “Yalanın karşısında hakikati savunacağız” dedi. Bu iki kelime aslında buradaki gerçekliği ifade ediyor. Çünkü niye buradayız, niye Kürt Kadın siyasetçiler, Türkiyeli devrimciler, Türkiye sosyalist hareketinden insanlar burada? Çünkü HDP bu kadar çeşitli.
Demokrasi ve insan haklarından yana olanlar olarak neden buradayız?
HDP birçok bileşenden oluşuyor, Türkiye’de özgürlük ve demokrasi mücadelesinden yana olan ve farklı bir yaşam mümkün diyen insanlar olarak neden biz buradayız bunu anlamak lazım. Aslında bu 2015’te başladı. Mesela ben arkadaşlarım gibi “siz görevinizi yapmıyorsunuz” demiyorum. Bunun sebebini açıklayacağım. O yüzden benim reddihâkim talebimin nedeni bu. Siz aslında görevinizi iyi yapmışsınız, çünkü göreviniz bu. Çünkü 2015’ten bugüne Türkiye’de bir rejim değişikliği devreye girdi, ikinci cumhuriyet inşa ediliyor. Bu da ‘tek adam rejimi’, ‘Saray rejimi’ olarak ifade ediliyor.
Totaliter rejimler iki şey üzerinde var olurlar: Yalan ve şiddet
Ama toplamda şu Türkiye Cumhuriyeti 1923’te kurulduğu süreçte toplumsal siyasal, ekonomik ve kültürel sorunlara cevap olmuyor. Bunu değiştirmek yerine tekçileştirmek üzerine totaliter bir rejim kuruluyor. Totaliter rejimler iki şey üzerine kendilerini var ederler: Yalan ve şiddet. Onlar için yalan bir hayat biçimidir. Her yalan gerçekmiş gibi sunulur. Dünyada bunu sadece biz yaşamıyoruz. Hitler faşizmine bakın, Mussolini’ye bakın, dünyadaki diğer faşizm örneklerine bakın, hepsinin yaptığı temel şeylerden biri yalanı gerçek gibi sunmaktır. İkincisi şiddet kullanmaktır. Şiddeti kime karşı uygularlar? Muhaliflerine, sosyalistlere, komünistlere uygularlar. Burada da şiddet Kürtlere ve Kürtlerle birlikte hareket edenlere uygulanıyor. Buradaki temel mesele şudur ki Türkiye'de yeni bir rejim inşası var. Bunun önündeki tek engel Kürt siyasi hareketi ve Kürt siyasi hareketi ile birlikte hareket eden özgürlük güçleridir. O yüzden biz aslında neyin ne olduğunu biliyoruz. Bu yargılamaların hepsi siyasaldır dediğimizde bunu kastediyoruz.
Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü yaşam felsefemiz iktidarın amaçlarına engel
Faşizme ve tek adam rejimine karşı barikat kuran ve demokrasiyi, eşitliği, özgürlükleri ve halkların kardeşliğini savunan bir yerden geliyoruz biz. Bu açıdan biz iktidarı anlıyoruz. Çünkü savunduğumuz demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü yaşam felsefemiz iktidarın bu amaçlarına engel. Bir gecede İstanbul Sözleşmesini iptal ediyor, bir gecede Diyarbakır’ın belirli bölgelerini başka bir ile bağlıyor. Öyle ki her şeye artık sadece bir kişi karar veriyor. Bunun için ne yapacak? Dünya örneklerinde olduğu gibi yasaları rafa kaldıracak. Eş Genel Başkanlarımız size Anayasa’yı işaret ediyor, siz de kaç gündür bize ilginç bir şekilde CMK’nın maddeleri ile baskı uyguluyorsunuz. Bu konuda aklıma Jane Doe’nun ‘Anarşist Çiftlik’ adlı kitabı geldi. Orada hayvanların yaşam alanını elinden alan şirkete yönelik, hayvanlar bir eylem yapıyor, onlarla dayanışan insanlar da var. Şirketi ele geçiriyorlar, şirketin sahibi diyor ki; “Benim yaptığım her şey yasal, beni yargılarken yasaları dikkate alın”. Onlar adına söz alan kişi de diyor ki; “Biz yasaları değil adaleti dikkate almak için geldik”.
Yasaları erkekler, patronlar, kapitalistler yapıyor
Çünkü yasaları kim yapıyor? Tarih boyunca erkekler yaptı, patronlar yaptı, kapitalistler yaptı. Yasa dediğiniz şey nedir? Kimi koruyor? Şu an benim yasal haklarım ihlal ediliyor. Burada bir problem var. Siz bize CMK’yı okuyorsunuz ya, siz de Anayasa’yı kendinize göre yorumluyorsunuz. Bunun nedeni de şudur; aslında bir istisna hâli uygulanıyor. Faşizmin inşa süreçlerinde, bütün örneklerinde olduğu gibi, bütün yasalar hatta parlamento bile askıya alınır. Bu ülkede olduğu gibi, yönetim KHK’lar ile yapılır. Bu ülkede bunu da yaşadık. Bize kendi sözünü getirir ve siz de onun söylediğini yapmak zorunda kalırsınız. Bu konuda mahkemeler bunu üstlenmek zorunda değil mi? Valla sizin işiniz zor, ben size söyleyeyim. Üstlenmeyen kaç kişi hemen görevden alındı. Fakat bazıları da sizin heyette olduğu gibi çok isteyerek çok gönüllü bir şekilde bunun üzerine atladı. Yalanı gerçekmiş gibi sunmak yeteneğiniz. Tabii odanızda sağ taraftaki dolaptaki o mavi klasörlere bakabilme imkânımız yok. Şimdi siz kimden taraf bakıyorsunuz, mesele bu.
İddianamenin hiçbir yerinde ben ve arkadaşlarım hakkında bir tane lehte delil yoktur
Yine Hannah Arendt totaliter rejimler ile ilgili güzel bir şey söylemiş; “Totaliter rejimlerin en temel özelliklerinden biri muhaliflerini yurttaşlıktan çıkarmaktır” demiş. Siz bizi yurttaşlıktan çıkarmaya yelteniyorsunuz. Yani yurttaşlıktan çıkarmak ne demek? Haklarımızın elimizden alınması demek. Siz bizi hukuki korunmadan alıkoyuyorsunuz. Yargılanan diğer arkadaşlarla birlikte biz aslında hukuki savunmadan yoksunuz. Bizi devlete karşı koruması gerekenler sizlersiniz. Bu iddianamenin hiçbir yerinde ne benim ne de benim arkadaşlarım hakkında bir tane lehte delil yoktur. Bir tane lehte delil getirip gösterin. “Bu kişi milletvekilidir ya da siyasetçidir yaptığı açıklama doğaldır” tarzında da olsa bir tane lehte delil yok. Ben Demokratik Bölgeler Partisi’nin Eş Genel Başkanıyım, HDP’nin de kurucusuyum aynı zamanda. Sizin iddianamenizde herhangi bir arkadaşımızın lehine bir tane açıklama yok. Bakın örneğin bir tane gizli tanık ifade vermiş. Ya belki de bu arkadaşın burada olmamasını gerektiren binlerce delil var ama bir tanesini bile toplama gereği hissetmemişsiniz. Biz bütün bunları anlıyoruz. O yüzden siz görevinizi çok iyi yapıyorsunuz.
Demokratik bir hukuk devletinden yanaysanız, bunun normlarını sağlamak zorundasınız
Bence Cumhurbaşkanı size ödül bile vermelidir. Sizi de anlıyorum, işiniz zor. Ya takdir edileceksiniz ya da aforoz edileceksiniz. Ama yine de size düşen görevler var. Demokratik bir hukuk devletinden yanaysanız, demokratik hukuk devletinin normlarını sağlamak zorundasınız. Mahkemeler idareyi hukuka uygunluk bakımından denetler. Yani devletin bir kurumu hukuk dışına çıktı mı çıkmadı mı, yaptığı iş hukuki mi değil mi bunu denetlerler.
Bu salonda bu kadar emniyet mensubu hatta MİT’in görevlileri var çünkü sizi denetleyecekler
Peki faşist devletlerde ne olur? Polis makamları mahkemeleri maksada uygunluk bakımından denetler. Bakın burada bile bu kadar emniyet mensubu var, hatta MİT’in de görevlileri var. Neden? Çünkü sizi denetleyecekler. Avukat arkadaşlar dosyada polisin hazırladığı belgeler olduğunu söylüyor. Çünkü faşist devletlerde polis yargıdan muaftır, her türlü suçu işleyebilir. Bakın şu sıralar çok konuşuluyor; bir mafya liderinin İçişleri Bakanı ile kurduğu ilişki meselesi. Şu kadar koruma polisi verilmiş vs. O da bizim kanımızda yıkanmak istiyordu. Şimdi birbirlerine giriyorlar. Şimdi de İçişleri Bakanı suç duyurusunda bulunuyor. Sen suç duyurusunda bulunsan ne olur bulunmasan ne olur? Sen bu ülkede bir mafya-devlet ilişkisine aracılık etmişsin. Buna zemin sunmuşsun. Balık baştan kokar derler ya, asıl tuz kokmuş.
Biz Türkiye’yi karanlığa götürenlere karşı gerçeğin sesiyiz
Bu açıdan baktığımızda siz iddianameyi kendi göreviniz olarak yapmışsınız. İddianamedeki göreviniz neydi? Kürt siyasetini, Kürt halkının dostlarını, AKP-MHP’ye alternatif olacak ve Türkiye’de demokrasiyi inşa edecek olan demokrasi güçlerini nasıl engelleyebilirsiniz. Tabii elinizde imkânlar da var, yalanı kullanarak gerçeği örtüyorsunuz. Ama gerçeğin de bir şekilde ortaya çıkmak gibi bir huyu var. Ne olursa olsun gerçek kendini bir yerlerde bir şekilde ifade eder. İşte biz gerçeğin sesiyiz. Bu yüzden siz bizim sesimizin duyulmasını istemediniz. Biz hakikatin sesiyiz. Biz Türkiye'yi karanlığa götürenlere karşı hakikatin sesiyiz. Biz Türkiye’yi karanlığa götürenlere karşı ışığız. Karanlıktan beslenenler ışıktan korkarlar. O yüzden bizden korkuyorlar. Yani bizim sesimizin duyulmasını istemiyorlar. O yüzden sizin göreviniz de bu; bizleri konuşturmak istemiyorsunuz, baskı uyguluyorsunuz. Bu açıdan görevinizi de iyi yapıyorsunuz yani tebrik ediyorum o konuda. Yani hak, hukuk önemli değil. CMUK'u da ezberlemişsiniz. Ben CMUK’u o kadar bilmiyorum. İki dönem milletvekilliği yaptım. Birçok kanun da çıkarttık ama CMUK’u ezberlemeyi unutmuşum. İlk işim CMUK’daki şeyleri ezberlemek olacak.
Burada olmamızın bir nedeni de Kürt meselesidir ve mahkeme salonlarında çözülecek bir mesele değildir
Yani burada olmamızın temel nedenlerinden biri de Kürt meselesidir. Kürt meselesi, hep söylediğim gibi mahkeme salonlarında çözülecek bir mesele değildir. Müzakere masalarında çözülecek bir meseledir. Ama, AKP hükûmeti ve Tayyip Erdoğan, 2015’de müzakere masasını da yine o dönemde devirdi. Yani aslında rejim inşasının başladığı dönem 2015’ti. Sayın Öcalan’la İmralı’da yapılan diyalog ve müzakerelerin Türkiye toplumunun %70’inin desteğini aldığı bir dönemde, AKP birdenbire Dolmabahçe Mutabakatını yok saydı. Sayın Öcalan’ı ağır tecrit koşullarına bıraktı ki hâlen şu anda cezaevlerinde açlık grevleri var, bu tecrit ortadan kalksın diye. Daha önce tecrit için açlık grevi yapıldı, bir görüşme yapıldı devamı gelmedi. Üstelik bu ülkenin Adalet Bakanı dedi ki “Yasalar uygulanacak”. Yani düşünebiliyor musunuz? Yasalar uygulanacak dedi ve uygulanmadı. Şimdi benzer bir durumu, o günden beri biz bu süreci yaşıyoruz.
İddianameyi okuyunca şu çıkıyor: IŞİD’i savunuyor bu mahkeme
Türkiye o zamandan beri başka bir yol hattına girdi. O yüzden 6 yıl sonra bu dosya yeniden çıktı. Çünkü bu dosyanın da Kürt sorunuyla bağlantısı var. Dosya ne zamana ait? 2014 Kobanî direnişi. Peki, bu dosyada iddianameyi siz hiç okudunuz mu? İddianameyi okuyunca ne çıkıyor biliyor musunuz? IŞİD’i savunuyor bu mahkeme! Yani bakar mısınız mahkeme de IŞİD’i savunan konuma gelmiş. Oysa Türkiye her gün açıklama yapıyor; “IŞİD terör örgütüdür, en çok onlarla mücadele ettik” diye. Bu ülkede onlarca insanın ölümüne neden oldu. Ama şimdi bu iddianameyle siz bize IŞİD’i savunuyorsunuz. Diyorsunuz ki; “Niye Kobanî halkı ile dayanıştınız?”
Kobanî halkıyla dayanışmayı yargılamaya çalışıyorsunuz, kadınların köle pazarında satılmasına dair tane cümleniz yok iddianamede
Dayanışmayı yargılamaya çalışıyorsunuz. Niye dediniz ki; “Kadın direnişini selamlıyoruz. Kürt halkı, oradaki Aleviler, oradaki Ermeniler, oradaki enternasyonal dünya içerisinde mücadele edenler IŞİD çetelerine karşı direniyor, insanlığı savunuyor”. İnsan onuru diye bir şey varsa bunu her zaman savunacağız. Bu duruşmalarda esasa geçtiğimizde, eğer bir şey yapmazsanız bütün bunları yine söyleyeceğiz. Biz insanlıktan, demokrasiden, özgürlüklerden yana her şeyi savunacağız. İnsanlık suçu işlendi, insanlar katledildi, insanların kafası kesildi. Kadınlara tecavüz edildi, kadınlar köle pazarında satıldı. Bunlara dair tane cümleniz yok bu iddianamede. IŞİD'i eleştiren, IŞİD'in bu tür faaliyetlerini kınayan bir tane cümleniz yok.
ANF olmasa bu iddianame olmazmış
Yaptığımız açıklamaları bize getirmişsiniz. Üstelik öyle ki bu ANF’yi şey yapan o arkadaşınız görevini iyi yapmamış. Ben cezaevindeyken açlık grevine girmişim. Cezaevindeyken benim adıma bazı açıklamalar olmuş, onu da benim dosyama delil olarak koymuşsunuz. Benim olmadığım şeylerde bile bunu yapmışsınız. Baştan o arkadaşınız işini iyi yapmamış. Bir haber mi var? “Sebahat Tuncel, Ayla Akat, Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş” yazıp Google’a girmiş galiba. Google kim bilir hangi haberi çıkarıyorsa? ANF olması lazım tabii. ANF olmasa bu iddianame olmazmış, daha önce de söyledim. Dolayısıyla buna dair bütün haberleri görmüşsünüz. Bütün dünya gerçekten ayakta alkışladı ve 1 Kasım Dünya Kobanî günü ilan edildi. Ama Türkiye’de olanlara bakın. 7 Haziran seçimleri iptal edildi, 1 Kasım’da Türkiye’de yeniden seçim yapıldı. Ama tabii halk yeniden iradesini Meclis’e taşıdı o konuda. Tek adam kıramadı. Bütün dünya ayakta alkışlarken sizin heyetiniz ya da bir tane savcı bile demedi ki “Tamam, biz burada bu Kürt siyasetçileri, sosyalistleri ve feministleri yargılıyoruz ama bir de insanlık suçu işleyenlere karşı bir laf söyleyelim”.
Eşbaşkanlık sistemimizi yargılamaya çalışıyorsunuz
Bizim yaşadığımız dönem neye benziyor biliyor musunuz? Aslında 12. yüzyıldan başlayıp 17. yüzyıla kadar süren süre cadı avları süreçlerine benziyor. Bizler de günümüzün cadılarıyız. 12. yüzyılda başlayan o süreçte bilim kadının elinde idi, toplumsal yaşamı kadınlar düzenliyordu. Kapitalizm kendisine yeni şeyler arıyordu, kadının bilimdeki etkisini kırmak için kadın emeğini ve bedenini sömürüyordu. 6 milyon kadın öldürülüyordu ve o zaman kadınlara zorla cadı olduklarına dair itiraflarda bulundurmaya çalışıyorlardı. Bu süreçte kimler birlikte çalışıyordu? Devlet, kilise ve o zamanki iş adamları yani patronlar. Erkekler birlikte çalışıyorlar ve kadınları ‘cadı’ yapıyorlardı. Her cadı avının bir mesaisi de var. Mahkemeler kurulacak, onları askerler götürecek. Bunun bir ekonomisi de var ve milyonlarca kadın ‘cadı’ diye yakılıyor. Şimdi aslında siz de bir şekilde yakmasanız da yargısız infaz yapıyorsunuz. Bugünün kadınlarını, demokrasiden, özgürlüklerden, barıştan yana olan, kadın erkek eşitliğinden yana olan, bunun mücadele eden bugünün kadınlarını yargılıyorsunuz. Eşbaşkanlık sistemimizi yargılamaya çalışıyorsunuz. Mesela burada olmamın temel nedenlerinden birisi sizin ‘yüce’ yorumunuza göre -ki çok beğendim- eşbaşkan olduğum için her şeyden haberdar olmam. Evet, eşbaşkanlık konusunda gerçekten çok mücadele ettik. İyi ki de yaptık. İyi ki bu ülkede erkek sultasını, erkek egemen siyaseti değiştirebildik. Bakın bu ülkede İçişleri Bakanı’nın da tek derdi o oldu. Bizim belediyelerimize kayyım atarken eşbaşkanlık sistemini bahane ediyor. Neden? Çünkü, karşımızda gerçekten kadın düşmanı bir yönetim var, kadın düşmanı bir iktidar var.
Kadınların kendi ayakları üzerinde durmasını yargılıyorsunuz
Eşbaşkanlık sistemimizi, eşit temsiliyet sistemimizi, kadın özgürlük mücadelemizi, kadınların kendi ayakları üzerinde durmasını yargılıyorsunuz. Öyle ki erkek egemen yaklaşım ve erkek siyaseti kadınların siyasette var olmasını kabul edemiyor. Bakın, HDP’nin kapatılma davasında -neyse ki Anayasa Mahkemesi biraz daha insaflıymış ki geri gönderdi- siyaset yasağı istenen 600 küsur kişiden 260’ı kadın. Türkiye’de kadınların siyasete katılımı bilmem işte yüzde 10’larda falan seyrederken, yerel yönetimlerde hiç yokken, kurumlarda hiç yokken siz HDP’li bu kadar kadını siyaset dışı bırakmak istiyorsunuz. Bunun mantığı ne?
Buradan adalet çıkmaz
Sizin de yaklaşımınız dar. Burada sayfalarca kadın hareketine dair çalışmalar var. Yani bizim kadınlara dair yaptığımız bütün çalışmalarımızı suç olarak göstermişsiniz. E, biz iyi çalışmışız. Demek ki görevimizi doğru yerine getirmişiz, doğru çalışmışız, iktidardakileri bu konuda rahatsız etmişiz ki bizi yargılıyorlar yani. Dolayısıyla, burada erkek yargı ve mahkemenin başladığı ilk günden hissettiren o iktidar ve güç hiyerarşisine giren, sözümüzü dinlemeyen, sözümüzü kesen ve erkeklik olgusu üzerinden geliştiren bir tarzla karşı karşıyayız. Dolayısıyla buradan adalet çıkmaz, zaten genel olarak adalet çıkmaz. Ama hele hele kadınlara dair hiçbir adalet çıkmaz. Sizin, yapabileceğinizi düşünmüyorum.
Faşizmin inşasına izin vermeyeceğiz
Sonuç itibariyle dediğim gibi eşbaşkanlarımız aslında madde madde sizin neden reddedilmeniz gerektiğini daha hukuki terimlerle ifade ettiler. Ben kendi durduğum noktadan neden reddedilmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum ama bunun bir daha altını çizmek istiyorum. Türkiye’de, faşizmin inşasına izin vermeyeceğiz. İsterse mahkeme salonlarında isterse sokakta, isterse dışarıda. Bu mahkeme siyasi, bunun mesela Almanya’da örnekleri var. Nasıl rejim inşa ediliyor ve adım adım nasıl örülüyor… Ernest Franklin’in “İkili Devlet” diye kitabı var. Orada çok güzel anlatmış. Norm devleti ile önlem devletini ayrı koymuş. Aslında, önlem devleti denen şey biraz önce benim de söylediğim çok istisna hâli yani anayasanın, yasaların, parlamentonun askıda olması hâli. Önlem devletinin temel görevlerinden biri ne? Aslında muhaliflerini nasıl bertaraf eder? Muhaliflerini nasıl kendi önünde engel olmaktan çıkarır? Muhaliflerini nasıl toplama kamplarına gönderir? Muhaliflerini nasıl hapseder? Uzun tutukluluk. Bakın Almanya’da o dönemde de deniyor ki “Zanlıların soruşturma amacıyla tutukluluk hâlleri, siyasi sebeplerle sınırsız süreyle devam edebilir. Tutukluluk hâllerinde, dava takvimini hızlandırmakta, hukuken yükümlü olan mahkemeler Führer’in emri gereği duruşma tarihi beklemezler”. Alın bunu bize uygulayın. 5 yıldır arkadaşlarımız tutuklu. Uzun tutukluluk da bize işlemiyor. Uzun tutuklulukta bile uzatma hâli var sanırım. Yani iktidarın istediği kadar.
Mahkemeler aracılığıyla, baskıyla bizi mücadelemizden geri durduramazsınız
Çok uzatmak istemiyorum ama şunun altını çizmek istiyorum. Yani bu tip yöntemlerle, bu tip uygulamalarla bizi mücadelemizden vazgeçiremezsiniz. Mesela biz, gerçekten kendi durduğumuz noktada mücadelemizin doğruluğuna hep inandık. Bakın 10 yıl önceki konuşmalarımıza da bakabilirsiniz. Hatta 15 yıl öncekilerine de bakın. Şimdikine de bakın. Bir adım geri yoktur. Mesela, şu an iktidardakiler 10 yıl öncekinin tersini söylüyorlar. Bırakın 10 yıl öncesini, 2013-2015 Çözüm Sürecinde söyledikleri sözün tersini söylüyorlar. Biz hep kendi durduğumuz noktada, kendi ilkelerimizi, kendi mücadelemizi savunduk ve bunun doğru olduğuna inandık. Bunun da bedelini ödemek gerekirse öderiz. Siz mahkemeler aracılığıyla, baskıyla bizi bu mücadelemizden geri durduramazsınız. Biz çocuklarımıza, geleceğimize onurlu bir yaşam bırakacağız. Ama sizin konumunuzdan o kadar emin değilim. Yani gerçekten ileride, 5 yıl sonra Türkiye değiştiğinde, demokratik hukuk düzeni kurulduğunda bugün verdiğiniz kararları başı dik olarak savunabilecek misiniz? Çok emin değilim. Ama biz savunacağız. Biz kendi mücadelemizi her defasında yine ifade edeceğiz.
Yani bitirmeden önce bugün aslında bir yandan da 18 Mayıs. Türkiye siyasi tarihine bakalım niye bu noktalar yaşandı? Mesela Diyarbakır zindanında 80’li yıllarda bugün 4 Kürt siyasetçi Esat Oktay’ın uygulamalarına karşı kendi bedenlerini ateşe verdiklerinde bazıları ateşi harlayın diyorlardı. O kadar çok şiddet, o kadar çok zulüm vardı ki buna karşı bedenlerini ateş yaptılar. Yine bugün Türkiye devrimci mücadelesi açısından da önemli bir gün. İbrahim Kaypakkaya, gözaltında işkencede hani ser verip sır vermeyen diye anılır... O günden bugüne biz Türkiye’de ne Kürt meselesinde bir adım yol alınamadı. Tabii ki çok yol aldık biz mücadeleyle, emekle kazanımlarımız var. Onları hiçleştirmiyorum. Ama devlet açısından söylüyorum. Devlet hâlâ ret, inkâr ve imha politikasını devam ettiriyor. Hem de Türkiye sosyalist mücadelesi açısından da bir yaklaşımı var. Ama bu Türkiye’yi ileri götürmedi. Bakın nereye getirdi? Türkiye’de işte darbeler dinamiğini devreye koydu.
Türkiye’ye barış, demokrasi, özgürlük gelecek, halkların kardeşliği gelecek
Biz 15 Temmuz darbe kalkışmasını konuşuyoruz. Siz bu mahkemede yargıladınız. Bir dönem sizin olduğunuz yerde oturanlar bizi, yine Kürtleri KCK adı altında yargıladı. Şimdi siz onları da yargıladınız. Çok ilginç yani. Çünkü onlar da hukuka uymadılar, Anayasaya uymadılar, onlar da siyasi iktidarın dediğini yaptılar. Ama biz yine durduğumuz noktadayız. Tabii her zaman yargılanıyor olmak iyi bir şey değil ama biz inanıyoruz ki Türkiye’ye barış, demokrasi, özgürlük gelecek, halkların kardeşliği gelecek. Kürt halkı da özgürlüğüne kavuşacak.
Bu mahkemenin bize karşı değilse de Türkiye halklarına karşı adaleti açığa çıkarmak sorumluluğu var
O açıdan tüm bunları düşündüğümde evet görevinizi iyi yapmışsınız. Ama sizin bu göreviniz, halkın umudunu ettiği toplumsal barışa, demokrasiye, adalete karşı bir şey olmamalı. Bakın, burada 37 insanın ölümünü yargılıyorsunuz değil mi? Bize değilse onlara saygınız olsun. O 37 canın annesi, babası, ailesi var. Onlar yaşamlarını yitirdiler. Yoklar artık. Aramızda değiller. Öyle siyasete konu yapılacak bir konu değil. Siz kendi evladınıza bakın. Dolayısıyla bu mahkemenin bize karşı değilse de Türkiye halklarına karşı adaleti açığa çıkarmak sorumluluğu var. Yani vicdan sahibi olmak böyle bir şey. Tabi vicdanlar tatile çıktığı için Türkiye’de sadece iktidarın dediği şeye göre ama ahlaki ve vicdani bir toplum bunu açığa çıkarır. Bize karşı da sorumluluğunuz var. Bizi hukuki olmaktan çıkarttınız. Aslında bizi klasik anlamda suçluymuşuz gibi topluma lanse etmeye çalışıyorsunuz. Siyasi iktidarın ürettiği politikaları bize karşı üretiyorsunuz. Ama bari o insanların katledilmesinin gerçek sorumlusunu bulmak sizin görevinizdir. Madem bu iddianameyi kabul ettiniz, bakın böyle bir sorumluluk altına girdiniz. Kim yaptı gerçekten? O insanların ölümünden kim sorumlu? Siyasi iktidarın sorumlu olduğunu defalarca söyledim, bir kez daha söyleyeceğim. HDP sorumlu değildir. Orada sorumlu olan iktidardır. Niye yargılanmıyor? Niye o dönemki İçişleri Bakanı burada yok. Dolayısıyla aslında sizin derdiniz adil yargılama falan değil, sizin derdiniz HDP’yi, Kürt siyasetini AKP-MHP bloğunun önünde engel olmaktan çıkarmak. 2023’e hazırlamak.
Egemen sınıfın temsilcisisiniz, bırakın bizi halk yargılasın
Selahattin Başkan bir şey söyledi, “2023’ten sonraya erteleyin” dedi. Dolayısıyla el çekin dedi. Evet ben de kendi açımdan bir tahliye talep etmiyorum. Ama yoldaşlarım hakkında, arkadaşlarım hakkında tahliye talebinde bulunuyorum. Onları gerçekten özgürlüğüne kavuşturun. Ve bu mahkemeden çekilin. Sizin yerinize gelecek olan ne kadar iktidardan bağımsız hareket edecek ayrı konu. 70’li yıllarda söylenen bir şarkı diyor -ki bugün de geçerli- onun ilk cümlesiyle bitirmek istiyorum: Egemen sınıfın temsilcisisiniz, bırakın bizi halk yargılasın, biz halkın temsilcisiyiz.
Kaynak: "Tuncel: Mahkemeler aracılığıyla bizi mücadelemizden geri durduramazsınız, faşizmin inşasına izin vermeyeceğiz". hdp.org.tr. 19 Mayıs 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Mayıs 2021.
|