sız bakışlarla karşılaştıklarını artık kendisi de düşünmüyor, belki bunu fark bile etmiyordu.
Raif Efendinin de karısına karşı garip bir rikkati vardı. Aylardan beri sırtına bir kere bile mutfak elbisesinden başka bir şey giymiye vakit bulamıyan bu kadına hakikaten acır gibiydi. Arasıra:
«Nasılsın, Hanım, bugün çok yoruldun mu?» diye sorar, bazan onu karşısına alarak çocukların sınıf geçme vaziyeti, yaklaşan bayramın masrafları hakkında konuşurdu.
Fakat diğer aile efradına karşı en küçük bir manevî bağla merbut olduğunu gösterecek alâmetler yoktu. Bazan büyük kızına gözlerini diker, ondan bir şeyler, sıcak, tatlı bir şeyler bekler gibi dururdu. Fakat bu anlar çabucak geçer, çocuğunun mânâsız bir kırıtışı, yersiz bir gülüşü ile sanki aradaki boşluk birdenbire kendini gösteriverirdi.
Raif Efendinin bu halleri üzerinde çok düşündüm. Böyle bir adamın -nasıl bir adamın, bunu ben de bilmiyordum, fakat onun göründüğü gibi olmadığına emindim- evet, böyle bir adamın kendisine en yakın insanlardan istiyerek kaçmasına imkân yoktu. Bütün mesele, etrafındakilerin onu tanımamasında idi ve o da kendini tanıtmak için her hangi bir teşebbüste bulunacak adam değildi. Bundan sonra aradaki buzu çözmiye, bu insanların birbirlerine karşı duydukları müthiş yabancılığı gidermiye imkân yoktu. İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi resgele dolaşmağı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmağı tercih ediyorlar.
Yalnız, söylediğim gibi, Raif Efendi büyük kızından, Neclâdan bir şeyler bekler gibiydi. Yüzünün hareketlerinde, ağzını, ellerini oynatmakta boyalı teyzesini taklit eden ve bütün manevî kuvvetini de eniştesinin ukalâlığından alan bu kızın, bu kalın dış kabuklara rağmen içinde sahici insandan bir şeyler kaldığını zannetirecek alâmetler mev-
Sayfa:Kürk Mantolu Madonna.djvu/29
Bu sayfa doğrulanmış
29
KÜRK MANTOLU MADONNA