içine de birçok şeyler birikiyordu. Bunu âdeta maddî bir şekilde hissediyordum. Ayni zamanda müthiş bir meraka düşmüştüm: Acaba ne zaman uyandı? Yoksa hiç uyumadı mı? diyordum... Bütün hareketsizliğimize rağmen odanın içini birbirimizin etrafında dolaşan düşüncelerimizin neşrettiği bir hava dolduruyordu.
Yavaşça başımı kaldırdım, karanlığa alışan gözlerim, Maria’nın arkasını bir yastığa dayıyarak bana bakmakta olduğunu farketti. «Günaydın!» dedim ve dışarı çıkarak yüzümü yıkadım. Tekrar odaya girdiğim zaman hasta kadın hep ayni vaziyetteydi. Perdeleri açtım. Gece lâmbasını kaldırdım. Yattığım sediri düzelttim. Hizmetçiye kapıyı açtım ve Maria’nın sütünü içmesine yardım ettim.
Bütün bunları hemen hemen hiç konuşmadan yapıyordum. Hergün ayni şekilde kalkıyor, ayni işlerle meşgul oluyor, öğleye kadar sabun fabrikasına gidiyor ve öğleden sonra, ona gazete veya kitap okuyarak, dışarda gördüklerimden ve duyduklarımdan bahsederek, akşamı buluyordum. Bunun böyle olması lâzım mıydı, değil miydi? Bilmiyordum. Herşey kendiliğinden bu yolu almıştı ve ben sadece tâbi oluyordum. İçimde hiçbir arzu yoktu. Ne geçmişi, ne geleceği düşünmüyor, ancak yaşamakta olduğum anları biliyordum. Ruhum rüzgârsız ve kırışıksız bir deniz gibi sakindi.
Traş olup, üstümü giyindikten sonra, gitmek için Maria’dan izin istedim:
«Nereye gideceksin?» dedi.
Hayret ettim:
«Bilmiyor musun?» dedim. «Fabrikaya!»
«Bugün gitmesen olmaz mı?»
«Olur, fakat neden?»
«Bilmem... Bugün hep yanımda kalmanı istiyorum!»
Bunu bir hastalık kaprisi saydım; fakat cevap vermedim. Hizmetçinin yatağın kenarına bıraktığı sabah gazetelerini karıştırmağa başladım.