Önümdeki seneler bana tahammül edilemiyecek kadar hazin görünüyordu. Bu yüke katlanmak için bir sebep bulamıyordum. Tam düşüncelerimin burasında gözlerimden bir perde sıyrılır gibi oldu. Bulunduğum yerin neresi olduğunu hatırladım. Bu göl, Wansee idi. Bir gün Paria Puder'le Potsdam'a, İkinci Frederik,in «Gamsız» sarayının parkını gezmiye giderken, o, trenin penceresinden burasını göstermiş, şimdi bulunduğum agaçların altında yüz seneden fazla bir zaman evvel bedbaht Alman şairi Kleist ile sevgilisinin birlikte intihar ettiklerini söylemişti.
Beni buraya getiren neydi? Rasgele yürürken gözüm bu taraflara ilişince neden hemen sapmıştım? Hattâ neden evden çıkar çıkmaz bu istikameti tutarak sözleşmiş gibi buraya gelmiştim? Dünyada en güvendiğim mahlûktan ayrıldıktan ve onun, iki insanın ancak muayyen bir hadde kadar birbirine yaklaşabileceklerine dair söylediklerini dinledikten sonra, ölüme bile beraber giden bu insanların hayattan ayrıldıkları yere gelmek suretiyle ona bir nevi cevap mı vermis oluyordum? Yoksa sadece kendimi inandırmak, dünyada yarı yolda kalmıyan sevgiler de bulunabileceğini hatırlamak mı istemiştim? Bilmiyorum. Hattâ bunları o zaman düşünüp düşünmediğimi de iyice tayin edemiyorum. Fakat bulunduğum yer, birdenbire ayaklarımın altını yakmıya başlamıştı! Kadının göğsünde ve erkeğin kafasında birer tabanca kurşuniyle, yanyana uzandıklarını görür gibi oluyordum. Çimenler arasından kıvrıla kıvrıla akan ve bir gölcük halinde birleşen kanlarına bastığımı zannediyordum. Mukadderatları gibi kanları da birbirine karışmıştı. Ve işte şurada, birkaç adım ilerde yatıyorlardı. Hâlâ beraberdiler... Geldiğim yoldan, gerisin geriye koşmıya başladım...
Aşağıdan, gölün üzerinden, kahkahalar geliyordu. Birbirini bellerinden tutan çiftler, bitip tükenmez bir yolculuğa çıkmışlar gibi, hiç durmadan dolaşıyorlardı. Gazinonun ikide birde açılan kapısından dışarı müzik sesi ve