git... O kadar yalnız kalmak istiyorum ki...»
Elini gözlerinden çekmişti. Yüzüme âdeta yalvararak bakıyordu, kolunu uzattı. Parm aklarının ucundan tuttum ve: «Allaha ısmarladık» dedim.
«Hayır, hayır, böyle olmaz... Bana darılarak gidiyorsunuz... Ben size ne yaptım?» diye bağırdı.
Sakin olmak için müthiş bir gayret sarfederek:
«Dargın değilim, müteessirim!» dedim.
«Ben müteessir değil miyim? Beni görmüyor musun?.. Böyle gitme... Gel!..»
Başımı göğsüne doğru çekerek saçlarımı okşadı. Yanağını yüzüme sürdü:
«Bana bir kere gül ve ondan sonra git!» dedi.
Güldüm ve elimi yüzüme kapatarak dışarı fırladım.
Sokakta rasgele yürümiye başladım. Ortalık tenha, dükkânların çoğu kapalı idi. Cenup istikametinde gidiyordum. Yanımdan, buğulu camlariyle tramvaylar, omnibüsler geçiyordu. Yürüdüm... Kararmış yüzlü evler, parke kaldırımlar başladı... Yoluma devam ettim... Terlediğim için paltomun önünü açtım. Şehrin sonuna gelmiştim. Gene yürüdüm... Demiryolu köprülerinin altından, buz tutmuş kanalların üstünden yürüdüm.. Hep yürüdüm. Saatlerce yürüdüm. Hiç bir şey düşünmüyordum. Soğuktan gözlerimi kırpıyor ve koşar gibi hızlı adımlarla ilerliyordum. İki tarafımda muntazam dikilmiş çam ormanları vardı. Arasıra dallardan yere pat! diye kar parçaları düşüyordu. Yanımdan bisikletli insanlar ve uzaktan yerleri sarsarak bir tren geçiyordu. Yürüdüm... Sağ tarafta büyükçe bir göl ve üzerinde paten kayan bir kalabalık gördüm. Ağaçların arasına saparak o tarafa gittim. Ormanın her tarafında uzun, birbirine karışan kayak izleri vardı. Etrafı telörgü ile çevrilmiş korularda minimini çam fidanları, üstlerine yüklenen karla, beyaz pelerinli çocuklar gibi titreşiyorlardı. Uzakta iki katlı, ahşap bir kır gazinosu vardı. Gölün üzerinde kısa etekli kızlar ve paçaları bağlı delikan-