Sesi bana tekrar cesaret verdi. Uzun zamandan beri kulaklarım ın en tatlı aşinası olan ve bende yalnız iyi hâtıralar uyandıran bu ses, birdenbire çıkıp gelen güvenilecek bir dost gibi, içime ferahlık getirmişti. Fakat bu tesir ancak bir an sürdü. Bana «uyandınız mı?» demişti. Gerçi son günlerde birbirimize rasgele bazan sen, bazan siz diye hitabediyorduk. Fakat bu gecenin sahabında bana böyle mi demeliydi?
Belki hâlâ uykusu açılmamıştı.
Yatakta bana doğru döndü. Gülümsüyordu. Fakat bu, onun her zamanki içten, yakın tebessümü değildi. Daha ziyade Atlantik’teki müşterilere karşı sarfettiklerine benziyordu.
«Kalkmıyor musun?» dedi.
«Kalkacağım!... Sen?»
«Bilmem... Kendimi pek o kadar iyi hissetmiyorum. Biraz kırgınlığım var... Belki de içkiden... Sırtım da ağrıyor...»
«Belki de dün akşam üşüdün!» dedim. «Çırçıplak sokaklara uğrıyacak ne vardı?»
Omuzlarını silkti ve tekrar arkasını döndü.
Kalktım, yüzümü yıkadım ve çabucak giyindim. Onun beni, yattığı yerden göz uciyle takibettiğini sezmiştim.
Odanın içinde sıkıntılı bir hava vardı. Aklımca nükte yapmak istedim:
«İkimize de bir sessizlik çöktü... Ne oluyoruz? Sahiden evlenmiş insanlar gibi birbirimizden sıkılmıya mı başladık?»
Ne demek istediğimi anlamıyan gözlerle yüzüme baktı. Daha çok sıkldım ve sustum. Sonra yatağa doğru sokuldum: Onu okşamak, aramızdaki buzları, daha ziyade kuvvetlenmeden kırmak istiyordum. O da doğruldu, ayaklarını aşağıya salladı ve sırtına ince bir hırka aldı. Hâlâ yüzüme bakmakta devam ediyordu. Halinde daha ziyade yak-