Bütün yüziyle gülerek:
«Ah, o kadar eğlendim ki!...» dedi.
Nerdeyse ağlıyacak diye korkuyor, onu bir an evvel evine götürüp bırakmayı bu sefer ben istiyordum.
Yolun sonlarına doğru adımları dolaşmıya başladı. Kuvveti ve iradesi onu bırakmışa benziyordu. Halbuki soğuk hava beni tamamiyle açmıştı. Onu belinden yakalıyarak götürüyor, arasıra ayaklarına basıyordum. Bir kaldırımdan karşı tarafa geçerken az daha karların üzerine yuvarlanacaktık. Şimdi duyulur duyulmaz bir sesle karmakarışık sözler mırıldanıyordu. Evvelâ kendi kendine şarkı söylemiye çalıştığını zannettim, sonra bana hitabettiğini anlıyarak kulak verdim:
«Evet.. Ben böyleyim işte...» diyordu. «Raif... Sevgili Raif... Ben böyleyim işte... Dememiş miydim?... Bir günüm bir günüme uymaz diye... Fakat kederlenmiye lüzum yok... Hiçbir şeye lüzum yok... Sen çok iyi bir çocuksun... Muhakkak ki sen iyi bir çocuksun!...»
Birdenbire hıçkırmıya başlıyor, sonra tekrar söyleniyordu:
«Hayır, hayır, kederlenmiye lüzum yok...»
Yarım saat sonra kapısının önüne geldik. Sırtını merdivenin duvarına vererek bekledi.
«Anahtarlar nerede?» diye sordum.
«Darılma, Raif... Bana darılma!... İşte... cebimde olacak!»
Elini kürkünün iç taraflarına sokarak üç anahtardan ibaret bir deste uzattı.
Kapıyı açtım, onu yukarı götürmek için döndüğüm zaman sıyrıldı, koşarak merdivenleri çıkmıya başladı.
«Düşeceksin!» dedim.
Soluya soluya cevap verdi:
«Hayır... Kendim çıkarım!»
Anahtarlar bende olduğu için arkasından gittim. Yukarı katlardan birinde, karanlıktan bana seslendi:
Sayfa:Kürk Mantolu Madonna.djvu/124
Bu sayfa doğrulanmış
124
Kürk Mantolu Madonna