Sayfa:Erken Soğuk Savaş Ankara'sında Sinema Kültürü.pdf/21

Bu sayfa doğrulanmış

S. Gökatalay, Erken Soğuk Savaş Ankara’sında Sinema Kültürü


cezbedici bir yerdir. Yaşlı kadınlar ya komşuları ile ya da aileleri ile gittikleri sinemalarda hoşça vakit geçirmekte, hatta zaman zaman filmin akışına kendilerini oldukça fazla bir biçimde kaptırmaktadırlar. Doğan Özgüden (2010, s. 52) anılarında, kendisinin çocukluğuna denk gelen bu yıllarda babaannesi ile gittikleri bir filmi şöyle anlatmaktadır:

Sanıyorum bir savaş filmi ya da kovboy filmiydi oynayan […] Silahlar çekilip karşılıklı atışlar başladıktan sonra, heyecanım son raddedeydi. Bir de ne göreyim? Yanıbaşımda babaannem iki avucunu açmış duyulur duyulmaz bir sesle dualar okuyor, üflüyor.
- Babaanne ne yapıyorsun? Gerçek değil bu, hayal, dediysem de laf dinletemedim. O film boyunca duasına, üflemesine devam etti. Çevredeki seyirciler de olayı farkedince kahkahaları koyuverdiler.

Özgüden’in anılarından anlaşılacağı üzere sinema kadınlar için olduğu kadar çocuklar için de mühim bir etkinliktir. Bununla birlikte, çocukların sinemaya gitmeleri kanunlar aracılığıyla sınırlandırılmıştır. Bu kanunlardan en önemlisi 6 Mayıs 1930 tarihinde yürürlüğe giren Umumi Hıfzıssıhha (Genel Toplum Sağlığı) Kanunu olmuştur. Kanunun 167. maddesine göre on iki yaşından küçük çocukların sinema ve tiyatroya getirilmeleri yasaktır. Ancak altı yaşından büyük olan çocukların gündüz seanslarında gösterilen eğitici ve özel içerikteki filmleri izlemelerine izin verilebilmektedir.[1]Aşağıda görüleceği gibi, bu yasaklar hiçbir zaman kesin surette uygulanmamış ve çocuklar öyle ya da böyle bir şekilde sinemaya gidebilmişlerdir.

II. Dünya Savaşı yıllarının psikolojik baskısından uzaklaşmak isteyen çocuklar için - tıpkı büyükler için olduğu gibi - sinema filmleri en önde gelen kaçış aracı olmuştur. Gerek sinema salonlarında gerek Halkevleri’nde gösterilen filmler çocuklar için ruhsal bir sığınak olmuşlardır (Güneş, 2013, ss. 5-6). Çocuklara yönelik film gösterimleri savaş sonrasında da devam etmiştir. Öyle ki “Ankara’nın ilk çocuk sineması” 1951 yılında faaliyete geçmiştir. Bu kapsamda, Küçük Tiyatro’da her cumartesi günü gösterimler yapılmaktadır. 14.00, 15.20 ve 16.30’da üç seans olarak hizmet veren çocuk sinemasının biletleri, koltuk yerleri fark etmeksizin 25 kuruştur. Programda kısa belgeseller, müzik klipleri ve Miki Mouse filmleri gösterilmektedir (Ankara’da ilk çocuk sineması, 1951, s. 2; Çocuk sineması, 1951, s. 3).

Ankaralı çocukların sinema filmlerine olan sevgisini ve ilgisini daha da artıran şey Amerikan filmlerindeki çocuk yıldızlardır. Altan Öymen, anılarında o zamanın en ünlü “çocuk sinema oyuncusu” nun Shirley Temple olduğunu ve isminin bütün ev ahalisi tarafından gazeteler ve dergiler aracılığıyla bilindiğini aktarmaktadır (Öymen, 2012, s. 64). Çocuk oyuncuların varlığı, Ankaralı çocukların film karakterleriyle kendisini özdeşleştirmesine ve sinemanın büyülü dünyasına kendilerini daha çabuk kaptırmalarına neden olmaktadır.

Diğer film türlerine göre, çocuk izleyicilerinin ilgisini çeken iki tür Amerikan filmi Tarzan ve kovboy filmleridir. Zira diğer film türleri çocuklara pek hitap etmemekte ve bu filmlerin konusu çocuklar tarafından yeterince iyi anlaşılamamaktadır. Dönemin en fazla beğenilen yapımlarından olan “Rüzgâr Gibi Geçti” (Gone with the Wind) filmini Ulus Sineması’nda ailesi ile birlikte çocuk yaştayken izleyen Gün Zileli, bu tarz aşk filmlerinden pek bir şey anlamadığını söylemektedir (2004, s. 91).[2] Aşk filmlerinin aksine, Tarzan ve kovboy filmleri çocuklar için daha anlaşılır olmaktadır. Altan Öymen Tarzan’la tanışmasının bu dönemlere denk düştüğünü “ormanda maymunlar arasındaki yarı çıplak adamın” kendisini ne kadar çok etkilediğini yazmaktadır. Öyle ki, Öymen, evin içinde koşuşturarak Tarzan’ın bağırışını taklit etmektedir (Öymen, 2012, s. 65). Ertan Göksu da Tarzan fimlerini net biçimde hatırladığını iletmektedir (Kişisel iletişim, 17 Mart 2018). Oktay Akbal’ın incelenen dönemi anlatan Garipler Sokağı’nda da çocuklar ile Tarzan filmleri arasındaki etkileşim görülebilir. Kitabın ana karakterinden Mehmet, çocukluk yıllarını şu şekilde anımsamaktadır:

26

167 n


  1. Madde 167: On iki yaşından aşağı çocukların, sinema ve tiyatro ve dans salonu ve bar gibi mahallere getirilmesi ve kabul edilmesi memnudur [yasaktır]. Altı yaşından yukarı olanların gündüzün terbiyevî [eğitici] veya hususî mahiyette [nitelikte] olan sinema veya tiyatrolara getirilmesine müsaade olunabilir (1593, T.C. Resmî Gazete, s. 8903).
  2. 1939 yapımı bu film, savaş sonrasında, sinemaskop yöntemi ile renklendirilip yeniden gösterime sokulmuştur (Karagözoğlu, 2004, s. 76).Ankara Araştırmaları Dergisi 2019, 7(1), 147-174
Ankara Araştırmaları Dergisi 2019, 7(1), 147-174
167