Siyah elbiseli adam yavaşça ayağa kalktı, hafiften gelen sesiyle:
"Bir gün" dedi, "onu elinde kalemiyle bu masada ve bu kitabın başında ölü bulmuşlar..."
Birdenbire tepemizdeki camları sarsan bir kahkaha attı:
"Fakat" dedi, "yağları çok, fitilleri mükemmel, hazneleri kusursuz olan kandilleri birdenbire ve sebepsiz yere söndüren kuvvet, o adaletli ve şefkatli kuvvet, bu adamın emeklerine acıdi; ancak son dakikada bulduğu, fakat ifade edemediği büyük sırrın kaybolup gitmesini istemeyerek, bu hakikati onun çocuklarında hiç şaşmadan devam ettirdi!"
Kolumdan tutarak yatağa doğru yürüdü. Orada, yarım kalmış bir şikâyete devam etmek istiyormuş gibi, ağzı aralık duran iskeleti gösterdi. Sonra, kurumuş dalların rüzgârda çıkardıkları iniltiye benzeyen bir sesle:
"İşte" dedi, "o zamandan beri, bu adamın neslinden gelen herkes, hiçbir sebep olmadan, en parlak zamanlarında, böylece sönüverdiler..."
İskelet halindeki başının neresinden çıktığına şaştığım iki damla yaş, gözlerinin derin çukurlarından aşağıya doğru yuvarlanıyordu... Kemikten ibaret kolunu onları silmek için kaldırırken oda birdenbire karardı.
Masanın üzerindeki kandilin kırmızı alevi, hiç küçülmeden ve titremeden, yavaşça yok oluvermişti.
1929
(Atsız Mecmua, s. 1, 15.5.1931)
61