Sayfa:Carel Zwollo.pdf/239

Bu sayfada istinsah sırasında bir sorun oluştu

237

burada çok sayıda meşe ağacı varmış, her ağacın bir sahibi varmış ve bunu bir simgeyle gösteriyorlarmış. Maalesef Yunanlılar gittikten sonra meşeler kalmamış ve bence suçlu eşek sahipleridir. Bugün Eski Datça’da iki çobanımız var: Adil ve İlyas. Adil keçi ve koyun, İlyas ise yalnız koyun besliyor. Herkes onların ormanlık alanlara zarar verdiğini düşünüyor; fakat bence bu bir önyargı.

Datça’da yaşarken ayrıca birkaç proje taslağı hazırladım. Bunlardan birisi Türk Patent Enstitüsü ve Hollanda’daki Euroconsult-Arcadis firmasıyla gerçekleştirildi. Yeni Türk Patent Kanunu 1994 senesinde AB’nin desteğiyle hazırlandı. Bu kanun 2003 yılında revize edildi ve Hollanda, Türkiye Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na 350 bin Euro hibe verdi. Türkiye’de patent çalışmaları Osmanlı zamanında başladı. 1879-2002 arasında patent sayısı 37.757’ye ulaştı ve o yıldan itibaren de bu rakam hızla büyüyor. Ben bu projeye özel olarak önem verdim. Çünkü bu konuyla ilgili Hollanda’yla Türkiye arasındaki farkları görüyordum. Türkler yeni bir fikir, taslak, makine, araç veya sanat eseri ürettiklerinde bunu kimseyle paylaşmıyorlar ve en son haline getirince Patent Enstitüsü’ne başvuruyorlar. Ancak o zaman da dünyada bir yerde daha önce bir kişinin o ürünün patentini almış olduğunu çok geç öğreniyorlar. Hollanda’da üreticiler genellikle izole çalışmıyorlar. İlk olarak fikirlerini, bir A4 kâğıtda yazılmış bir şekilde hemen başkent Den Haag’taki veya Brüksel’deki Patent Enstitüsü’ne gönderiyorlar ve oradan fikirlerin orijinalliğiyle ilgili cevap bekliyorlar. Eğer olumlu yanıt gelirse, enstitüden bir randevu alıyorlar ve oradaki memur onlara projelerini gerçekleştirmeleri için yol gösteriyor; nereden para, ofis, laboratuvar, üniversite gibi destekler alabileceklerini söylüyor. Türkiye’de yaratıcılar ne yazık ki, “güvensiz ve rehbersiz” bir ortamda izole kalmış durumdalar. Adalet tarafında da şöyle tespitlerim oldu. O dönemde Türkiye’de yalnızca üç hakim patent kanunu konusunda yeterli bilgiye sahipti. Dolayısıyla Türk Patent Enstitüsü KOSGEB ve TÜBİTAK’la koordinasyon sağlanmalıydı; fakat bu iki kamu kurumu henüz yeni ürünler konusunda yeterli düzeyde değildi. Eski sanayi ülkesine göre örgütlenmişlerdi. Avrupa Birliği Türkiye uyum paketi içerisinde “post-industrial intellectual property rights” (endüstri toplumu sonrası fikri mülkiyet hakları) konusunda korsanlığa karşı mücadele edilmesini istiyordu. Ben bir süre sonra işi bıraktım; çünkü Patent Enstitüsü’nde çalışan genç hukukçular bana çok ümit vermişlerdi. TKV’yi de bu yüzden on yıl önce bırakmıştım. Türk gençleri benim

Türkler yeni bir fikir, taslak, makine, araç veya sanat eseri ürettiklerinde bunu kimseyle paylaşmıyorlar ve en son haline getirince Patent Enstitüsü’ne başvuruyorlar. Ancak o zaman da dünyada bir yerde daha önce bir kişinin o ürünün patentini almış olduğunu çok geç öğreniyorlar.