Sayfa:Budizm’in Misyon Anlayışının Temelleri.pdf/3

Bu sayfa doğrulanmış
 
Budizm’in Misyon Anlayışının Temelleri

GİRİŞ

Hindistan, oldukça geniş bir coğrafi alanı kapsayan ve çok sayıda insana ev sahipliği yapan bir ülkedir. Bu yönüyle Hindistan, zaman içerisinde değişik düşüncelerin ortaya çıktığı, bir araya geldiği veya çatıştığı kültürel bir alan olmuştur. Budizm de bu kültürel alanın bir ürünü olarak M.Ö. 6. yüzyılda, Kuzey Hindistan’da ortaya çıkmıştır. Geleneksel Hindu düşüncesinden farklı düşüncelerin gelişme gösterdiği bir dönemde yaşayan Buda, bu düşüncelerden etkilenerek büyük oranda Hinduizm eleştirisine dayanan bir öğreti üzerinde durmuştur. Bu nedenle, Budizm başlangıçta reformist bir Hindu hareketi olarak görünmüştür. Buda’dan sonraki süreçte gelişmeye ve değişmeye başlayan Budizm yeni bir din haline gelmiştir. Onun bir din olarak ortaya çıkması ve geniş kitlelere ulaşmasında misyon anlayışının önemli bir etkisi olmuştur. Temeli Buda tarafından atılan bu anlayış, Budizm’in önce Hindistan’da ardından diğer Asya ülkelerinde yayılmasını sağlamıştır.

Budizm, başlangıçta Buda’nın yaşadığı bölge olan Kuzeydoğu Hindistan’da yayılma fırsatı bulmuştur. Bu yayılış sırasında Budizm’in müntesiplerinin sayısı artmış, bu artış Buda’nın düşüncelerinin yorumlanması ve doktrinleşmesi meselesini ortaya çıkarmıştır. Buda’dan yaklaşık iki yüz elli yıl sonra Budizm’in doktrinel yapısının ana hatları oluşmuştur. Bu dönemdeki doktrinel gelişime bağlı olarak büyük bir devlet gücüne de kavuşan Budizm, Hindistan dışına çıkabilecek olgunluğa ulaşmıştır. M.Ö. 3. yüzyılın ortalarından itibaren ise Hindistan dışındaki ülkelere misyon yolculuğuna başlamıştır. Theravada (Sarvastivadin) ve Mahayana (Mahasanghika) adlı iki ayrı gelenek halinde gelişen Budizm, misyon yolculuğunu Kuzey-Güney yönünde yapmıştır. Theravada geleneği Sri Lanka, Burma, Tayland, Laos ve Kamboçya gibi Güney ülkelerinde yayılırken, Mahayana geleneği, Çin, Kore, Japonya, Tibet ve Moğolistan gibi Kuzey ülkelerinde yayılmıştır. Bu yayılış sırasında Budizm, kendine özgü misyon teknikleri sayesinde, gittiği ülkelerin siyasî ve sosyal şartlarına, kültürel yapısına ve din anlayışına uyum sağlamayı başarmıştır. Özellikle yerli dinlerle çatışmaması, Budizm’e yabancı topraklarda tutunma imkânı vermiştir. Belirli bir tutunma noktası oluşturduktan sonra ise bu dinlerdeki inanışları, farklı kavramlar altında kendi öğretilerine dahil etmiştir. Bu kapsayıcı ve uyarlayıcı özellikleri sayesinde Budizm, kısa süre sonra yerli dinlerin önüne geçerek gittiği ülkelerde hâkim din haline gelmiştir (Ellwood ve Alles, 2007, s. 65; Küçük, Tümer ve Küçük, 2014, s. 262-265).

Budizm’in Asya’da kazandığı başarılar, Avrupa ve Kuzey Amerika gibi daha uzak bölgelerdeki insanların dikkatini çekmiş, bu dine ait bilgiler değişik aralıklarla Avrupa ve Kuzey Amerika’ya ulaşmıştır. Budizm hakkında Avrupa’ya ulaşan ilk bilgiler, Yunan tarihçi Plutarch’ın (M.S. 46-M.S. 119) yazılarına dayanmaktadır. Plutarch, Kral I. Menander (M.Ö. 165-M.Ö. 130) ve Keşiş Nagasena (?) arasındaki konuşmaları içeren Milindapa metni hakkında bilgiler vermiştir. Ancak Hristiyanlığın Avrupa’daki yükselişi ve İslam’ın ortaya çıkışından sonra uzun süre Budizm hakkında sağlıklı bilgi akışı sağlanamamıştır. 13. yüzyılda Fransisken rahiplerin Moğolistan’a, 16. yüzyılda Cizvit rahiplerin Çin, Tibet ve Japonya’ya yaptığı seyahatler, Budizm’e ait yeni bilgilerin Avrupa’ya taşınmasını sağlamıştır. 19. yüzyılda bu bilgilere, İngiltere, Portekiz ve Hollanda’nın Asya’daki sömürge faaliyetlerinden elde edilen bilgiler de eklenmiştir (Baumann, 2005, s. 1186). Toplanan bu bilgiler, Avrupalı bilginler tarafından işlenmeye başlamıştır. O zamana kadar Dharma olarak adlandırılan Buda’nın öğretileri, 1801’de yayımlanan Oxford İngilizce Sözlük’de Boudhism olarak, 1816’da ise bugünkü şekliyle Buddhism olarak isimlendirilmiştir. British East India

IBAD Sosyal Bilimler Dergisi / IBAD Journal of Social Sciences, (10), 2021