anlamak istiyorum, bu alevleri alıp götüren hangi hâkim kudret, hangi mukavemet edilmez sebep, hangi hilkat mantığıdır?»
...Ve ben altından yapılmış yeni ve çok güzel bir kandil gördüm. Usta bir kuyumcu elinden çıktığı, kenarlarını süsliyen göz alıcı tezyinattan belli idi»
Okadar tatlı bir ziyası vardı ki, kandilin parlak madenine su halinde akan bu ışık çıplak omuzlara dökülen kumral saçları andırıyordı.
Ve alevi okadar beyaz, okadar hayat doluydu ki, yanacağı müddeti namütenahi ile ifade etmek, onun ömrünü kısaltmak olurdu.
Fakat bu da, göz kapakları açıldığı zaman kaybolan bir rüya gibi, kendisine iştiyakla bakanların önünden çekiliverdi.
Ah... Yanmak istiyen kandilleri sebepsiz yere ve birdenbire söndüren kuvvet, bu alevi saklıyacak kadar küzel yerlere malik miydi acaba?..»
Artık sonlarına yaklaştığım kitabı avucumun arasında sıkıyor, isyandan ve infialden vazgeçerek bir iman ve gönül ifade etmeğe başlıyan satırları kandillerin kızıl ışığına uzanarak okuyordum:
"Arzularıma yetişebilmek için haricî âlemle alâkamı azaltmak lâzım geldiğini hissediyorum, vücudumda vaki olan her inhidam, kafamda yeni bir parlaklığa yol açıyor...
Ellerimin titremesi arttı. Fakat ben baktığım şeyleri daha sabit ve muntazam görmeğe başladım. Ah, ey peşinde koştuğum hakikat, nihayet seni yakalıyacağım.„
Diğer sahifeler, gittikçe karışan bir yazıyla şöyle devam ediyordu:
"Görüyorum... Parlak alevlerin üzerine uzanarak onları alıp götüren siyah eli artık farketmeğe başladım. Yazdığım yazıları seçmekte güçlük çeken gözlerim bu alevleri çok uzaklara kadar takip edebiliyor. Belki yakında onların nereye saklandıklarını söyliyebileceğim... Hiç bir şeyleri eksik olmadığı halde birdenbire sönüveren kandilleri hangi kuvvetin kararttığım ve bu alevlerin nereye gittiklerini öğrenmek üzereyim. Ey her tarafımdan yavaş yavaş çekilen hayat, yalnız kafama ve gözlerime birik!...„
Son sahifeye gelmiştim... Burada yazı artık okunmaz bir şekil alıyordu... Cinnete yakın bir merakla gözlerimi büsbütün yaklaştırdım ve devam ettim :
"...Gerçe ellerim kımıldamakta güçlük çekiyor ve gözlerim yazdıklarımı görmüyor, fakat ne ehemmiyeti var? Artık hakikatin pek yakınındayım... Konacağı dalın etrafında uçan bir kuş gibi başımın üzerinde kanat çarpışlarını duyuyorum...
Önümde sıralanmış birçok kandiller var, parlak ışıkları birdenbire yokolan zavallı kandiller.
Onların üzerine doğru uzanan siyah bir heyulâ görüyorum...
Ve alevler titreşerek hep bir istikamete uçuyorlar. Fakat nereye gidiyorlar yarabbi ve o heyulanın mahiyeti nedir?...
Bazan açılır gibi olduğu halde gözlerimin üzerine tekrar düşen bu perde ne zaman tamamile kalkacak?...
Lâkin artık bir hakikat âlemi görmek üzere olduğum muhakkak... Gittikçe kuvveti artan bir ışık bana doğru yaklaşıyor, yaklaşıyor.
Etrafım gittikçe daha aydınlandı. Ah... işte, işte o kandilleri birdenbire söndüren kuvvet!...„
Eyvah.. Kitap burada bitmişti..
Okuduğum müddetçe hiç ses çıkarmadan yanımda oturan adama çılgın gibi sarıldım..
“Söyleyiniz!.. Bu adam niçin yazmamış, niçin devam etmemiş?..»
Siyah elbiseli adam yavaşça ayağa kalktı, hafiften gelen sesiyle:
"Bir gün, dedi, onu kalemiyle bu masada ve bu kitabın başında ölü bulmuşlar!...»
Birdenbire tepemizdeki camları sarsan bir kahkaha attı:
"Fakat, dedi, yağları çok, fitilleri mükemmel, hazineleri kusursuz olan kandilleri birdenbire ve sebepsiz yere söndüren kuvvet, o âdil ve müşfik kuvvet bu adamın
Sayfa:Birdenbire sönen kandilin hikayesi.pdf/6
Bu sayfa doğrulanmış
Sayı:12
Sayfa: 1
ATSIZ MECMUA