ğim - şeylerle doldursunlar... Ve ben... Onları ilelebet okuyayım... Okuyayım...
Fakat birdenbire kâğıtlar ve sakallarım görünmez oldu, odam ansızın kararıvermişti. Başımı kaldırınca önümde senelerdenberi aynı intizamla yanan kandilimin sönmüş olduğunu gördüm.. Hiç bir rüzgâr ve hareket olmadığına göre yağının bitmiş olması lâzımdı. Lâkin elime alıp bakınca yağının dolu ve kandilinin kusursuz olduğunu gördüm. Hazinesinde bir delik, buğazında bir sakatlık yoktu...
Benim farkına varamadığım bir rüzgâra hamlederek tekrar yakmak istedim, fakat hayret, yanmıyordu... Yaklaştırdığım alevler yalnız fitili kızartıyor ve oradan nahoş kokular çıkarıyordu. Alev, senelerdenberi devam eden kırmızımtırak alev artık yoktu...
Hangi sebebin bu ihtiyar şamdanı kararttığını düşünürken kaybolan aleve benziyen bir ışığın kafamın içinde parlamağa başladığını hissettim... Ve karşımdaki kandilin arkasında ona benziyen daha namütenahi kandiller sıralandığını gördüm. Kimisi benimki gibi sönmüştü, ve kimisi halâ kırmızı ve sabit bir alevle parlıyordu.
Fakat arasıra bunlardan biri, hiç bir rüzgâr hiç bir üfleyiş olmadığı halde yavaşça kararıveriyorlardı. Ve bu sönük kandillerin bir daha aydınlanması da mümkün değildi..
Silkindim, bunu kendime ihtar telekki ettim; artık bulmak istediğim hakikati burada arıyacaktım.
Yağları çok, fitilleri kusursuz, ve her şeyleri tamam olan kandillerin sebepsiz yere niçin söndüklerini ve kaybolan alevlerin nereye çekilip gittiklerini bulmalı idim...
Bunun için aynen kandilimin şeklinde bir bina yaptırarak oraya yerleştim, etrafımda dolaştığım hissettiğim büyük hakikate burada kavuşacağımı biliyordum. Şimdi en yakınlarımı bile sokmadığım bu odada, gözlerimi tepedeki camekândan geçirerek yukarılara bakıyor, orada, birdenbire sönen kandillerin alevlerini arıyorum...»
Kitabın gayrımuntazam fasılalarla yazılan diğer kısımları bir kazana hapsedilen buhar gibi cidarlarını tazyik eden bir kafanın, görünmiyen, işitilmiyen ve lemsedilmiyen bir hayaleti takip ediyormuş gibi etrafıma nasıl hamleler yaptığım gösteriyordu»
Bataklık kenarlarındaki çürük sazların ratıp ve ekşi kokusunu neşreden kalın sahifeler parmaklarımın altından bahtiyar bir günün saatları gibi süratle geçiyorlardı»
Ve sebepsiz yere sönen yağ kandillerinin hazin hikâyelerini bir İbranî peygamber huşuuyla okuyordum:
“Beraber yanmak için imal edilmiş iki tane kandil vardı.» Alevlerini birleşmek istiyor gibi birbirlerine eğerlerdi» Ve birisinin yetişemediği yeri diğeri aydınlatırdı.»
Aralarında ipek kumaşlar gibi kıvrılan ve parlıyan ziya huzmeleri gidip gelirdi.
Okadar müşabih ışıklarla yanarlardı ki etrafa dağıttıkları aydınlığın ayrı yerlerden geldiğine ihtimal vermek imkânsızdı»
Fakat bir gün, yağı çok, fitili muntazam ve hâzinesi sağlam olan bu kandillerin biri, en ümit edilmedik zamanda yavaşça kararıverdi»
Titrek bir ışıkla matem etmek istiyen diğeri ise onu takipte gecikmedi.
... Ve ben, dört beş tanesi bir arada birçok kandiller daha gördüm, içlerinde harptan çıkmış bir kılıç gibi parlıyan yenileri olduğu gibi, mahzenlerdeki yosunlu küplere benziyen eskileri de vardı.. Ve büyük kandillerin yanında civciv gibi duran küçükler oynak alevlerle çıtırdıyorlardı».
Ve bunlar, adeta ses çıkaran bir şetaretle beraberce yanarlarken aynı hissedilmiyen rüzgâr, hiç bir müşabehet silsilesine bakmıyarak hepsini birer birer söndürüverdi»
Yağları daha bitmemişti yarabbi, daha uzun müddet yanabilirlerdi... Ben artık
Sayfa:Birdenbire sönen kandilin hikayesi.pdf/5
Bu sayfa doğrulanmış
Sayfa:16
Sayı: 1
ATSIZ MECMUA