Sayfa:Birdenbire sönen kandilin hikayesi.pdf/1

Bu sayfa doğrulanmış

Sayfa:12
Sayı: 1
ATSIZ MECMUA

Hikaye :

Birdenbire sönen
kandilin hikâyesi


  Naşir, tesadüfen bulduğu bu eski el yazısının nerede ve ne zaman yazıldığını tayin edememiştir:
  Hasta sinirlerim için tavsiye ettikleri bu tenha ve âsude havalide uzun bir akşam gezintisinden dönüyordum.
  Sıcak bir son bahar gününün nihayeti idi. Gecenin yaklaştığını gören tabiat serin bir nefes almak için kımıldıyordu.
  Biçilmiş tarlaların ortasında ıslak bir halat gibi parlıyarak uzanan patikaya giderken karşı tepelerin birinde yüksek bir bina gözüme ilişti.
  Perdesiz pençerelerine akseden güneş ona kırmızı gözlü bir canavar şekli veriyordu; ve yıkık duvarlı bir bahçenin ortasında harap bir kaleyi veya bir malikâne bakayasını andıran hazin bir ihtişamı vardı.
  Vakıtın daha erken olduğunu düşünerek bu binayı yakından görmek arzusuna kapıldım.
  Kurumuş tarlaların ortasında yürüdükten, hafif bir sırtı tırmandıktan sonra yarısına kadar açık duran paslı bir demir kapıyı geçtim, aralarından otlar fışkıran çakıl döşeli yoldan yürümeye başladım. iki tarafımda vahşileşmiş ağaçlar, artık birer tümsek halini almış eski çiçek tarhları vardı. Kuru bir havuzun kenarında devrilmiş mermer saksılar duruyordu. Ve onların arasında nasılsa kalmış olan beyaz bir kasımpatı buraları örten siyah bir perdenin üzerinde maziyi görmek için bırakılmış bir delik gibiydi.
  Yanına yaklaştıkça insana sebepsiz bir ürkeklik veren binanın hiç bir mîmarîye uymıyan acayip bir tarzı vardı: nısıf kutru altı metreyi geçmiyen bir üstüvane şeklinde epiyce yükseldikten sonra birden bire daralıyor ve böylece kule gibi bir miktar daha uzanarak üzeri camekânlı küçük bir kubbe ile nihayet buluyordu. Kaidesini kalın bir taş çenber kuşak gibi ihata etmekte idi. Ve bütün bina bu halile eski bir yağ kandilini andırıyordu.
  Tam kapının üstündeki odanın dışarıya doğru cumba şeklinde yaptığı bir çıkıntı da bu kandilin kulpu idi.
  Binanın niçin bu şekilde yapıldığını ve sonra hangi cehennem nefesinin buralarda estiğini tahmin etmek imkânsızdı. Keskin bir bıçakla açılmış hissini veren ince uzun pencereler, korkutucu bir karanlıktan başka hiç bir şey ifşa etmiyorlardı.
  Taş çenberin üzerinde oyulmuş bir