Sayfa:Ömrüm.pdf/89

Bu sayfada istinsah sırasında bir sorun oluştu

PARİS'TE SÜRGÜN 1896 - 1900

Ali Kemal'ın Halep'ten ne zaman ayrıldığı malumdur, nasıl ayrıldığını yazmamıştır. Yalnız İstanbul üzerinden Paris'e gittiğini yazmıştır, o kadar. Ömrüm' den anlaşılmaktadır, sürgünlerin kontrolu ve korunması gevşek idi. Gördük, Ali Kemal isteseydi, Halep'e gitmeyip vapurunun İzmir'de tevakkufu esnasından limandaki yabancı gemilerden birine atlayarak Batı'ya kaçabilirdi. Menfa yerlerini değiştirmek sürgünler için mesele değildi, yeter ki gittikleri yerde kendilerine geçim sağlayabilsinler. Yasak olan, İstanbul'a avdet idi. Ama o yasak bile Ali Kemal'in Paris yolunda İstanbul'a uğramasına mani olmamıştır.

Ali Kemal beş altı yıl Halep'te kaldıktan sonra Paris'e geçmiştir. Sene 1895 idi. Paris'i, Cenevre'yi biliyordu. Sekiz sene önce, Mülkiyeli iken, görmüştü, sevmişti. Arzusu o diyara dönmek idi. Halep'te Doğu'ya nüfuz etmişti, şimdi de Paris'te Batı'yı iyice tanımak istiyordu. Batı'daki hürrriyet havası, fikir bolluğu onu cezbediyordu. Fakat Batı'yı beğenmekle beraber Doğu'yu reddetmezdi, şarklılıklarını unutanları da kınardı. 1913'te tekrar basılan Paris Musahabeleri nin mukaddemesinde şunu yazmıştır:

«Biz... anladık ki şarklılar için garp'tan... istifade ve istifaza ancak bir sayede müyesser olabilir, o da... şarkı unutmamak, asla unutmamaktır.»

Ali Kemal'in zamanında Paris'teki Türkler çoğunlukla genç ve ihtilalcı idiler. Bunlara Jöntürkler denirdi. Müşterek gayeleri vardı, bir de dernekleri, ama aralarında ahenk yoktu. Hepsi memleketteki rejimin değişmesini, istibdadın yerine meşrutiyetin, şeriat yerine kanun-u esasînin gelmesini istiyorlardı. Buna rağmen uyuşamıyorlardı, şahıs veya önemsiz prensip meselelerinden dolayı birbiriyle kavga ediyorlardı, birbirini kötülüyorlardı, gizlice Abdülhamid'e hizmet etmekle suçluyorlardı. Galiba hepsi haklı idi, çünkü hemen hemen hepsi Abdülhamid'den yardım görüyorlardı. Ya maaş alıyorlardı, ya da bir memuriyete tayin ediliyorlardı. Padişah da bu hibeler sayesinde gençlerin isyankârlığını yatıştırabileceğini ümit ediyordu. 163