Sayfa:Ömrüm.pdf/87

Bu sayfada istinsah sırasında bir sorun oluştu

İhale-yi aşar memurluğu ile Antakya'ya gidince bu zatlarla çok düştüm kalktım. Edebiyat münasebetiyle Yahya Efendiyi sıksık ziyaret ederdim. Ağalarla da böyle havaî görüşürdüm. Fakat iş hususunda bu zatlardan tevakki ederdim. Maalesef böyle kazalara varıncaya kadar vilayetlerde eşrafın halleri, meslekleri acib idi. Hükümeti ve hükümet memurlarını izzet vė ikram ile elde ederek, o nüfuzları hin-i hacette kullanarak, para mevki kazanmak, dolaplarını çevirmek idi. Bazen bu saika ile hep birbirine girişirlerdi. Meselâ Rifat Ağa Yahya Efendiye o da ona diş bilerlerdi. Bu hüsumet bazen son dereceye varırdı. Her iki taraf da yekdiğerinin âdetâ mahvına yürürlerdi. Maamafih resmi meclislerde ve sairede bu adaveti izhar etmezler acip bir riyakârlıkla örterlerdi. Bu mahasama gittikçe memleket için muzır şekillere bile girerdi. Efendinin adamları, mahmileri, köyleri ağanınkilerle tutuşurlar, çarpışırlardı. O yüzden kan bile dökülürdü. Makabris gibi Kasır nahiyesinin bazı köyleri bu saika ile isyan haline bile geçtiler, hükümete vergi ve aşar vermez oldular. Zabıtayı tanımazlardı. Lakin alttan alta ağalarla münasebette bulunurlardı. Hasılı bu ekâbir-i memleket irfan ve kemalleriyle gayrı mütenasip bir tarzda böyle küçüklükler içinde yuvarlanırdı. En büyüğünden en küçüğüne kadar her ne vasıta ile olursa olsun hükümet memurlarını ele alarak nüfuzlarını yürütmek isterlerdi. Vazifeşinas bir memur için en doğru hatt-ı hareket onlarla bozuşmamak, maamafih husussiyetten, samimiyetten de tevakki etmek idi. Tabii böyle meslek-i adil ve bitarafîyi tutan memurin-i hükümeti o eşraf pek sevmezlerdi. Ekseriya fasl ederler, hatta azlettirmeğe bile teşebbüs ederlerdi. Fakat en doğru yol bu idi. Bilfarz o ağaları, o fuzulâyı o derece takdir ettiğim halde şu aşar meselesine, umur-u memureme hiç karıştırmadım. Sırf bu sayede o vazifeyi hüsn-ü ifa edebildim. Sabıkına nisbetle küllî bir fazla ile o ihaleler icra edildi. Fırsattan istifade ile mülhakatı, Kasir ve Sevidiye nahiyelerini şehrin etrafını karış karış gezdim. İlahi, o ne güzel yerler, o ne mümbit, ne bereketli topraklar idi! Kasır köylerinin buğdayları, arpaları pek iri idi. Armutları, elmaları, bütün yemişleri bir cevdetten, bir bereketten nişane idi. Ya o hava ne saf, ne ceyid idi, o yazın ortasında olduğumuz halde bazı günlerde sıcağı hissetmezdik. Bu seyahat beni fikren de, bedenen de, ihya etti. Ne halkın, ne de hükümetin hali, zilleti, o aczi, o parasızlığı iklimin bu letafeti, toprağın o bereketiyle mütenasip değildi. Adil, muntazam bir idare ile o zemin başka bir mamureye dönerdi. Fakat görülüyordu ki asırlardan beri biz böyle bir idareyi henüz tesis edemedikdi. Bu düşünce insanı derin bir yeise düşürüyordu. Bu kaza kısmen Türk, kısmen Arap idi. Bazı yerlerde Arapca ile Türkçe birbirine karışmışdı. Bu haltiyat Halep vilayetinin her tarafında vaki idi, lâkin en ziyade bu Antakya havalisinde görülüyordu. Meselâ bir köye gittik. Arapça «mahsullar nerededir?» diye sorduk. «Kaldırırava» cevab-1 garibi aldık. Sarf ve nahv-1 arabîdeki ittilaa göre «kal» aslından «<kavl» idi. Ilâl- marufuna istinaden bu kelimeyi tahlile koyuldum, bir neticeye ermedim. En sonra anladım ki biçare köylü Türkçe <<kaldırmak» fiilini Arapcaya almış, Arabî bir kelime gibi tasrife kalkışmış «kaldırırı, kaldırırava, kaldıra» demiş, bize cevaben de : <<mahsulları kaldırdılar» demek istiyormuş. Zaten Halepliler de. «çalışmak»dan «mabaçaliş», «karışmak»tan »mabakarış» derler. Kasir ahalisi hemen kâmilen Müslüman idiler. Fakat nefs-i Antakya ve civarı Müslüman, Hristiyan, Musevî ve Nusayri muhtelif mezheplerden idiler. Nusayriler sureta İslam ile müşerrefdirler. Resmen de öyle addediliyorlar. Fakat hakikatta garip itikadlarla mali ve iptidaî bir mezhebin salikidirler. Asıl memleketlerinde Müslüman sayılmazlar, fakat bilfarz Payitahta geldikleri vakit Nusayriliklerini saklar, mümin görünürler, hatta İslam'dan kız bile alırlar. Maamafih Antakya'nın en müteneffiz, belki en müterraki halkı Müslümanları idi. Ticaret, ziraat, emlâk, servet ekseriya onların ellerinde idi, şu kadar ki diğer unsurlar bu tefevvuku Müslümanlardan gasp için çalışıyorlardı. Yirmiüç, yirmidört sene evveli ahval böyle idi. O zamandan beri ne oldu? Vakıf değilim..

159