Amdi ve tebka sûreti fe-ra cebu
Tamdi'l bahayıru ve rusumu tukiymû
Ve'l mevtu tahliyetu'l hayati fe lev heva
Rûhan le-mate'l heykelul mevsûmu.
kit'ai garraasının kailidir. Beriki ise makamat-1 haririye nazire tarzında parlak bir eser-i edebinin müellifidir.
Halep Hristiyanlarında ilmen bu dereceye varır fuzala ve şüera yokdu. Kostaki Hams ve Cebrail Delal oldukca şair idiler, lâkin o kâ'bda değil.
Haleb'in Musevileri de bir ehemniyet-i mahsuseyi haiz idiler. Fakat ekseriyetle fukaradan idiler. Hristiyanlar ve Müslümanlar gibi onlar da ayrı bir mahallede Bahsitada ikamet ederlerdi. Bu cemaatin en zengini, en meşhuru Biçoto ailesinin reisi ve Avusturya şehbenderi Mois Biçoto idi ki gayet ihtiyar, fakat son derece zeki idi. Nevara köprüsünün başında kaleyi andırır, bahçelerle muhat bir kâşanede ikamet eylerdi. Servet ve ihtişam içine gömülmüşdü. Pek nadiren, fakat parlak müsamereler verirdi. Hükümetle alış veriş ederek o servét-i uzmayı kazanmıştı.
Yine Musevilerden Menşi de fevkelâde zeki, alttan alta gayet zengin idi. Havale ticaretiyle meşgul idi. Havale devr-i sabıkda büyük bir iş idi. İstanbul'dan Maliye Nezareti diğer vilayetlerde olduğu gibi Halep vilayetince de tesviye edilmek üzere havaleler verirdi ki bu kâğıtlar yüzü elli kuruşa alınır, satılırdı. Gözü açık tacirler beynehu beynallah yolunu bulur, bu havaleleri yüzdeyüz defterdarlara, mal sandıklarına tesviye ettirirler, o yüzden iyice müstefid olurlardı. Menşi Efendi hükümete müteahhitlik de ederdi. Orduya ester ve saire verirdi. Hasılı, her işe gelirdi. Bazen mal sandıği sıkışınca ondan istikraza bile kalkışırdı.
Maamafih böyle zengin bir insan defterdarın, mektupcunun, hele valinin odasına girdi mi, tâ saff-1 niâle sıkışır, ellerini kavuşturarak göğsüne koyar, gözünü yere diker, boynunu bir tarafa büker cihanın en âciz, en fakir bir mahluku gibi otururdu. Halbuki çok def'alar dediğimiz gibi vilayet ondan para hususunda istimdad ve istiane eylerdi.
Tuhafdır, o diyarda Musevi, Hristiyan, Müslüman bu üç sımf halk birbirinden mümkün mertebe ayrı yaşardi, yekdiğeriyle pek münasebette bulunmazdı. Taassup, her taraftan taassup o cemaatları birbirinden külli ayırırdı. Halep'ten olmayanlar, Müslüman ve gayrımüslüman olsunlar, bu mertebe mutaasip değildiler, birbiriyle daha ziyade ihtilat ederlerdi.
Arif Paşanın zaman-ı vilayetinde idi. Beni ihale-yi aşar memuriyetiyle Antakya kazasına gönderdiler. Malumdur ki kazanın aşarı köy köy meclis-i idaresince müzayede olunur ve her köy en çok artıran mültezime alelusul ihale edilir. Bu muamelelere nezaret etmek için de merkez-i vilayetten kazalara altmışar kuruş yevmiye ve o nisbette harcırah ile birer memur-u mahsus tayin kılınır.
Antakya Halep vilayetinin en güzel, en zengin kazalarından biri idi. Hatta mutassarrıflığa layıkdı. Denize kadar münteha, iklim itibariyle nisbeten mutedil, son derece münbit idi. Merkez-i kaza oldukca mamur, latif, tarihî bir belde idi. Eşraf-1 memleket belli başlı, ulemadan, fuzaladan insanlar idi. Mülkiyeden iseler ağa unvanını taşırlardı. Bereketzade Rifat Ağa, Refet Ağa, Halef Ağazade Abdülgazi ve saire gibi. Fakat bu ağalar mükemmel okumak ve yazmak bilir, bazen lisanaşina efendiler idi, meselâ Rifat ve Refet Ağalar gibi. Bereketzade Rifat Ağa o esnalarda o havaliye şan salmıştı. Merkez-i vilayette bile bir nüfuz-u küllî sahibi idi, valilere sözünü geçirirdi. Zaman zaman Haleb'e geldiği vakit erkân-ı vilayetce izazlar, ikramlarla istikbal olunurdu, çünkü yalnız vilayetle değil, Payitaht ile de muhaberede idi. Başkâtip Paşa'dan Ebülhuda kadar rical-i devranı tanırdı. Bu muarefe, bu mensubiyet ağanını vilayetce ehemniyetini artırırdı. Ağalar böyle olduğu gibi Antakya'nın ulema sınıfı da mümtaz idi. Meselâ o devirde bir Yahya Efendi vardı ki sabık müftülerden idi. Fakat bir allame idi. Şairdi, kâtipti, hatta siyasî idi. Sadır-1 esbak Halil Rifat Paşa merhumu tul-u müddet refakat etmişti, hâlâ muhabere ederdi. Zaten Antakya öteden beri bu kâ'bda müftülere malik olmuştur. Meselâ
Yazmışız Hazret-i Kuruna mufassal tefsir
Mekeremetlu, yazılır mı bize, ey killik debir?
beyt-i marufunu ihtiva eden neşideyi garrayı Antakya müftülerinden Hoca Tahsin Efendi merhum inşad eylemişti. Ondan sonra gelen müftülerden Akif Efendi ise sahib-i divan bir şair-i fazıldır :
Gönül muhabbeti bir âdet eylemiş
Yoksa ne bende aşk, ne sende cemal kalmıştır
beyt-i latifi gibi bir çok güzel sözlerin kailidir. Yahya Efendi de öbürlerinden aşağı kalmazdı. Ahmed-i Salis devrinin şüera-yı benamından Antakyalı Münif'den beri bu kaza böyle fevc fevc şair yetiştirmiş, durmuştur.
157