varında ta zaman-ı kadimden beri eşya-yı nefise ile, harikulâde halılarla, antikalarla malâmal bir konağa mâlik idi. Çoluğunu, çocuğunu eski usülde, eski terbiyede yaşatır, büyütürdü. Yenilikten, bu bedaattan tevakki ederdi, çünkü gayet muteki idi. Maamafih öbürleri gibi o da hükümete hahişkâr idi. Bilfarz meclis-i idareye aza olmak isterdi ve Osman Paşa zamanında oldu. Ancak her türlü fisktan son derece müçtenib idi. Hiç bir zaman istikametten ayrılmazdı. Öyle memuriyetten istifadeye asla tenezzül etmezdi. Kâhyazadelerden Salih Ağa da meşhur idi. Mahkeme-yi bidayette aza idi, maaşı iki üç yüz kuruşu tecavüz etmiyen bu azalik sur'i bir vazife idi. Ağa çok zengin idi. Yine bu aileden Reşit Ağa pek haşarı idi, ele ve avuca sığmazdı. Servetini zevk ve safa ile yer, ne Ahmed Efendiye, ne Salih Ağa'ya benzerdi. Kâhyazadelerin başlıca servetlerini «Harım» kazasındaki çiftlikleri, zeytinlikler teşkil eylerdi..
Şerifzadeler düşkün bir aile idi. Vaktiyle görmüşler ve geçirmişlerdi, fakat artık fakir düşmüşlerdi. Bu aileden yalnız Muhtar Bey o devirde zekâsiyle, hüsn-ü haliyle müştehir idi. Uzun müddet belediye riyasetinde bulunmuştu.
Adlizadeler de hesapsız bir evkaf sahibi maruf bir sülale idi, fakat bitmişti. Benim zamanımda bu hanedandan yalnız bir Ahmed Bey kalmıştı ki o da belahetle malûl idi, vesayet altında yaşardı. Vasiler muttasil o vakıfları yağma ederler muttasıl azl ve nasb olunur, dururlardı. Hükümetce bu dava bir iş güç olmuştu. çünkü me'kel kesilmeğe pek müsait idi.
Haleb'in Hristiyanları içinde de böyle zengin, meşhur ve kadim aileler çokdu. Onların servetleri, öyle köylerden, mülhakattan ziyade şehirde idi. Şehrin emlâki ekseriyetle Hristiyanların uhdelerinde idi. Gazali'ler, Hamsi'ler, Entaki'ler, Hiyat'lar ve saire bu cemaatin en meşhurları idi. Hristiyanların bir cüz'ü de ecnebî aileleri teşkil ederlerdi. Marcopolo'lar Solo'lar, Vilgros'lar, Poche'ler gibi. Bu zatların ticaretleri, mülkleri, mükemmel haneleri, kâşaneleri vardı. Halep de hakikî vatanları idi. Kimi aslen İtalyan, kimi Fransız, kimi İspanyol idi. Şimdi o tâbiyetleri muhafaza ediyor ve kısmen devletlerine fahrî şehbenderlik vazifesini ifa eyliyorlardı. Memalik-i Osmaniye'de, bilhassa Halep gibi gümrah şehirlerde böyle fahrî bir şehbender bile olmak bir hüsn-ü talih idi, çünkü uhud-u âtika, daha doğrusu o uhudun su-i istimalı sayesinde ecnebîlerin, hususiyle böyle mümtaz ecnebîlerin imtiyazları pek ziyade idi.
Bu sayede onlar vergice ve sairece küllî istifade ettikten maada ticaretce de kazanırlardı.
Halep'te her devletin, hatta Fortekiz'in bile bir şehbenderi vardı147. Marcopolo'lar ailesinin muhtelif erkânından her biri böyle bir devletin memur-u mahsusu idi. Bu ecnebîler şehbenderlik bulamayınca tercümanlık ederlerdi. Meselâ Sola'lar gibi ki İtalyan şehbenderhanesinin tercümanı idiler. İtalya, Fransa, Rusya, İngiltere, bir dereceye kadar Almanya gibi düvel-i muazzamanın resmî, meslekten yetişme, memleketlerinden gelme memurları, şehbenderleri vardı. Böyle bir şehbender o muhitte büyük bir şahsiyet idi. Vali ile omuz öpüşürdü, ekseriya güzel bir kâşaneye, bir şehbenderhaneye mâlik idi. Mükemmel davetler, müsamereler verirdi. Bizim zamanımızda İngiltere ve Rusya şehbenderlerinin böyle debdebeleri pek ziyade idi. İngiliz konsolosu Möyö Jego, Rusya konsolosu Pakimayanski idi. Her ikisi de şark hristiyanlarından, galiba Rum neslinden iki hemşireyi, tezevvüç, etmişlerdi. Bu kadınlar son derece güzel, nazik, terbiyeli idiler. Haftada bir gün ayrı ayrı bütün Halep ekâbirini kabul ederlerdi. Musikilerle, müsamerelerle, hatta ziyafetlerle eğlendirirlerdi.
Hasılı, bu ecanibin saye-yi şetaretinde o şehir-i kadimde bir Avrupa hayatı yaşanabilirdi. Yerli ecnebiler de bu vadide öbürlerinden geri kalmazlardı. Onlar da ekseriyetle zengin oldukları için böyle ihtişam göstermeği pek severlerdi. Fakat anaşıl Halep Hristiyanları ekseriyetle fikren daha geri idiler, daha münzevi yaşarlardı. Hele Müslümanlarla pek ihtilat etmezlerdi. Zaten o diyarda Müslüman olmayan kadınlar bile çarşafla gezerlerdi, sokaklarda erkekten kaçar gibi görünülerdi. Maamafih Hristiyan Halepleri içinde bilfarz Cebrail Delal 148 gibi uzun müddet Avrupa'da yaşamışları, hürrriyet-i fikriye ile temeyyüz etmişleri vardı. Cebrail Delal Arapcada mümtaz bir şair idi. İlhad ve iştihar eylemişti. Arş ve Heykel diye muarra tarzında mülhidane bir şiir yazmış, o yüzden mahbes ve menfa bile görmüştü.
Arapta şiir söylemek nisbeten kolay olduğu için şair de mebzuldur. Hususiyle Haleb'in Hristiyan mütefekkirleri, tipkı Beyrut'ta ve sairede olduğu gibi, yüzde seksen şairdirler, muttasil şiirler söylerler. Maalesef bu şiirler bir ekseriyet-i azmı ile mel'- abeyi lafziyeden ibarettir. Hristiyanların Arapcada en mümtaz şairleri Beyrut'ta ve bir dereceye kadar Mısır'da yetişdiler. Cebel-i Lübnan'ın Yazıcıları bu zümreyi mümtazenin pişvalardır, Şeyh Nasif ve Şeyh İbrahim gibi ki baba oğlu her ikisi de mükemmel şiirler söyler. Öbürü :
155