şekkül eyledi. Biz gençler esasen Paşanın en birinci hasımı idik. Her içtimamızda aleyhinde söylediğimizi bırakmazdık. Hele ben bu yolda en ileri gidenlerden idim. Arif Paşanın bendegânından bir polis komiseri vardı ki alenen rüşvet alırdı. Bir iki kerre bu herifin fenalıklarını tuttumdu, meclis-i idareye etrafiyle yazdımdı.
Paşa pürhiddet idi. Komiser ise diş bileyordu. Bir gün hükümet arkasında bir sokakta bir arkadaşiyle beraber bu herif bana rast geldi, itale-yi lisan eyledi. Fes başımdan fırladı, boğazına sarıldım, komiseri ayağımın altına aldım. Ahali koşuştular, bizi ayırdılar. Ama komiser dayak yedi, diye Halep çalkalandı, çünkü efkâr-ı umumiye benden taraf idi. O hal, o hırs içinde valinin huzuruna çıktık. Arif Paşa Senin kırdığın ceviz bini geçti, diye bana çıkıştı. Ben de, senin irtikâbın da ayuka çıktı, diye mukabele ettim. Seni hapsederim, dedi. Kılıma dokunamazsın, cevabını verdim. O da, ben de Mabeyn Başkitâbetine telgraflar yağdırdık. Bana cevap vermediler, fakat polis komiseri derhal aşırıldı. Vali de ne azil, ne hapis, aleyhimde hiç bir harekete cüret edemedi. Emrullah Efendi, Sefa Bey, bütün gençler o gece Raşid Beyin evinde toplandıkdı. Arkadaşlarım hep benim tarz-i hareketimi tasvip ettiler. Mabeyn Başkitâbetine şikayetnameleri- mi beraber kaleme aldık, fırsattan istifade ile Valinin aleyhinde yazmadığımızı bırakmadık.
Devr-i hamidide menfiliğin bu muhassenatı vardı. Bir menn bir dereceye kadar mümtaz idi, öyle kolay kolay azl olunamazdı. Padişahtan sadır olmayınca ceza da görmezdi.
Benden sonra Sefa Bey böyle bir belaya tutuldu. Sefa Bey ki şimdi Hariciye Nazırıdır. O zaman Halep vilayeti tercümanı idi. İstikamet, fazilet, hamiyet timsalı bir genç idi. Vazifesini vicdanına, içtihadına imtisalen ifa eylerdi. Bu hususta onlardan başka âmir bilmezdi. Vali, diğer erkân-ı vilayet, tabii bazı gayr-i meşru endişelere mebni, vilayet tercümanının işlerine müdahaleye kalkışırlar, o da onlara dayatır, bir gürültüdür kopar.
Haydi, biz yine toplandık, vilayetin aleyhinde atebe-yi hümayuna ateşin telgraflar yağdırdık. Fakat galiba bir parça ileri gittikdi, çünkü bütün tarz-ı idareyi batırıyorduk. Bir telgrafnamenin nihayetinde :
<<Her avuç toprağı bir kese altın değer şu mülk-ü muazzez-i hümayunlarının bu gidişle muhakkak bir izmihlaldan kurtarıl- masını mahza hamiyet ve sadakat saikasiyle istirham eyleriz.>> dedikdi. Daha garibi o şikayetnameleri müştereken imzaladıkdı. Ağleb-i ihtimal, yazdıklarımız hasır altı edildi, çünkü ne valiye, ne öbürlerine dokunulmadı. Ş. Sami Bey merhum ki Sefa Beyin dayısı, hâmisi idi, bir telgrafla mir-i mümaileyhi İstanbul'a çağırdı, vilayet tercümanlığına da başka biri tayin olundu. Biz müteessir olduk, çünkü cihandeğer bir arkadaş kayıp ettik. Hakikaten Sefa Beyle iki sene kadar Halep'te pek hoş vakit geçirdikdi. Gece ve gündüz beraber idik. Hükümette memuriyet hasebiyle birbirimizi sık sık görürdük. Fakat hükümetten çıkınca yekdiğerimizden ayrılmazdık. Haleb'in her hali, hayatı hoşumuza giderdi. Sefa Bey sakin, sakit, zahiren sakit, fakat samimiyette hos sohbet idi. Gayet ketum, son derece mukdim, vazifeşinas idi. Dostuna dost, hasılı aranmakla bulunmaz bir gurbet refiki idi. Pek çok insanlarla görüşmezdi, fakat görüştüklerini hüsn-ü intihab ederdi. Merdanseverdi, yine pek çok kitap okumazdı, lakin okuduklarını seve seve, tekrar tekrar okurdu. Donkişot hikâyesiyle Martens'in diplomasi rehberini¹¹ elinden düşürmezdi. Mübalağa olmasın ama o hikâyeyi belki yirmi otuz kerre hatmetmişti.
Aradan yirmi otuz sene geçtikten sonra birbirimize mülaki olunca, gariptir bu yar-ı kadimi yine öyle buldumdu, hiç değişmemişti.
Sefa Bey böyle infisal etti. Emrullah Efendi İzmir'e tahvil-i memuriyet etmişti. Benimle beraber Haleb'e nakiolunan zavallı Fahri de intihar eylemişti, çünkü içkiye, kumara, karıya tutulmuştu, fena bir muhite düşmüştü. Yanımıza gelmez oldu. Hatta gerek arkadaşlarıma gerek bana asılsız yere düşman kesildi, vehim getirdi. Ne söylediğini, ne yaptığını bilmiyordu. Bizi hayale sığmaz cinayetlerle itham eyliyordu. Bir gün Sefa Beyle hükümetten çıktık, evimize gidiyorduk. Arka taraftan doğru bir revolver gürültüsü işittik. Bir de koştuk, baktık ki zavallı Fahri kendini kalbinden vurmuştu, derhal teslim-i ruh etmişti. Ne için arkamızdan geldi? Bizi de mi öldürecekdi? Neye öyle sokak ortasında intihar etti? Bu muammalar hallolunamadı, çünkü biçare gencin bir vasiyeti, mektubu çıkmadı. Fakat muttasil «absent» içerdi, çıldırımıştı. Çoktan beri hükümete, vazifesine gelmiyordu. İntiharında beş on gün evveli idi, bir sabah hasta mıdır diye evine uğradımdı, Fahri'yi perişan bir halde buldum. Gözler kıpkırmızı surat sapsari idi. Hiddetinden ateş püskürüyordu. Masanın üstünde boşalmış bir revolver duruyordu. Biçare genç bana şu hikâyeyi anlattı: «Ah birader. Dün gece çektiğimi bilmezsin. Şu hınzır yastıkları dikişçi karıya ısmarladımdı. Fakat uçların böyle
141