diğer memurları bile irtikâbdan men edemezdi. Filvaki Hasan Paşa adliye ve mülkiyeten mürtekib memurların aleyhinde muttasıl makamat-ı âliyeye yazardı. Lakin İstanbulca belli, başlı bir hâmiye mâlik olmadığı için sözünü geçirernezdi. Her biri bir kapuya intisab eden, mutarriden hediyeler gönderen öyle memurları nadiren azlettirmeğe muvaffak olurdu.
Hasan Paşa hamidane vahham idi. Erkânı-1 askeriye ve mülkiyeden bazı zevatın geceleri toplanmalarından tehaşi ederdi. Hele Ali Muhsin Bey takımını, o bipervalar alayını, o eğlenceleri fena bir nazarla görürdü, öyleleri hükümetin semtine hemen uğratmazdı. İhtimaldır gerek Ali Beyin, gerek arkadaşlarının aleyhinde devair-i aidesine çok yazmıştı, fakat onlar da o zevkutarap âlemlerinde kafayı şenlendirdikce Paşaya alenen atar, tutarlardı. Ben Haleb'e gittiğimden bir kaç ay sonra bu vali infisal etti. Frenkler: «Akvam-1 mes'ude tarihe mâlik değildir» derler. O zatın da vilayetce hemen hiç bir eseri, izi yoktu. Halbuki eslaf-1 derakibinin, hele Cemil Paşanın menakibiyle, asariyle, icraatiyle kulaklar dolu idi.
Cemil Paşa135 İstanbul'ca pek maruf değildir, ama Halepçe müthiş bir simadır, bir şahsiyeti-i harikulâdedir. Bu vilayeti maddeten manen de büyükce bir inkilaba, fakat bazen makbul, bazen de medhul, her halde şad ve naşad vasıtalarla mazhar kılan odur.
Cemil Paşa asker imiş, cesur imiş, muktedir imiş, faal imiş, fakat gaddar, kahhar imiş. Azmini icra etmek için ahlakî ve saire hiç bir kayıt ile mükellef olmaz imiş, âdetâ küçük bir mikyasta bir Napoleon imiş. Bu zatın zaman-ı vilayetinde Halep'te maalesef bulunmadım. Lâkin ondan az sonra o diyara gittiğim için ef'al ve icraatını yakından işittim, gördüm. Valiyi daha ziyade tanıyanlar bitarafane, müdekkikane bir eserle tanıtsalar devr-i ahirde vilayet-i osmaniyenin tarihinden mühim, ibretâmiz safhayı göstermiş olurlar. bir Bir yandan pederi Namık Paşaya, bir yandan sây-ı askerî ve sairesine, bir yandan da teveccüh-ü padişahiye dayanarak Cemil Paşa Halep'te yalnız valilik etmekle kalmamış, bir kaç sene âdetâ saltanat sürmüş, keyfinden, muradından, emelinden başka bir kayıt, kanun bilmemiş, aşdığını asmış, kesdiği kesmiş.
Evvelâ bazı beylerin bir nev'i derebeyliklerinin, eşrafın başlarını haklı, haksız kırmış, derecelerini hemen ahad-1. nas menziline indirmiş, o zamana kadar başka valilerin yapmadıklarını yapmış.
Meselâ o devirde Hasanbeyzadeler diye maruf bir aile varmış. Bu Hasan Bey bir derebeyi imiş. Hükümete vergi, aşar vermedikten maada bizzat icra-yı hakimiyet bile eylermiş. Hükümet bu teferrüdlere her ne sebebe mebni ise göz yumarmış, valiler Hasan Beye baş eğerlermiş. Bu zatın garip garip menakıb-ı itisafını anlatırlar. Meselâ bir gün Haleb'in hiristiyan gençlerinden biri gümüş işleme palanla mükellef bir katıra biner, kıra gezmeğe çıkar. Cengiye civarından, Hasan Bey bahçelerinden birinin önünden geçerken bir erik ağcindan ufak bir dal koparır, kırbaç gibi kullanmak ister. Lakin bahçevanlar herifi yakaladıkları gibi Beyin huzuruna çıkarırlar. Hasan Bey derhal bir hesap yapar. O küçücük dalın büyüdükce nasıl bir ağaç olabileceğini, seneden seneye ne kadar erik verebileceğini hesap ile nihayet o hıristiyanı bu hareketinden dolayı küllî ceza-yı nakdîye mahkûm kılar, ona bedel de müzeyyen müreşşahasiyle beraber o mükellef katiri zapteder, katır sahibine de yol verir. İhtimaldır, adamcağız bu kadarla kurtulduğuna müteşekkiren çıkar, gider, sesini çıkarmaz. Çıkarsa bile kime işittirebilir, o derebeyi layüsel amayifiil değil mi?
Cemil Paşa vali olur olmaz iptida-ı emirde böyle zorbaların burunlarını kırar, hem fena halde kırar, çünkü bir kısmını hapishanelere bile atar. Nüfuz-u kanun ve hükümeti onlara tanıtır. Meselâ bu Hasan Beye yaptığı gibi.
Hasan Beyin oğulları da aynı tarzda, asar, keser, hükümete zerre kadar ehemniyet vermezler imiş. Bilfarz büyük oğlu İsmail vergiden külli bir borcunu hiç tesviye eylemez imiş. Niçin etsin? Hiç bir memur ondan o parayı istemeğe bile cesaret etmemiş ki. Cemil Paşa bir gün İsmail Beyi hükümet konağına davet eyler, bey bermutad bir taltif, meclis-i idare azalığı gibi bir tevcih sebebiyle sanarak bu davete icabet eyler. Gayet mükellef, zerduz palanlı kıymettar bir ata, ya bir katıra biner, iki taraftan uşaklarla muhat olduğu halde kemal-ı azametle saraya gelir, yine öylece doğru valinin odasına gider. Bir parça oturur, kahve içer, Paşanın kuru bir tebessüm-ü müstehziyanesinden başka bir iltifatına mazhar olmaz. Fakat bir de pencereden avlıya bakar, ne görsün. O binek hayvanı, o müzehhep muhteşem takımıyle haraç, mezad satıyorlar.
Filvaki Cemil Paşa emir vermişti. Bey iner inmez, tahsildar, jandarma neferleri yakalarlar, hayvanı, mezada çıkarırlar.
133