dişem yokdu. Lakin zavallı Fahri parasız idi, memuriyetsizlik ona giran gelecekti. Biz bu kaygularda iken bir gün bir yaver geldi, Vali Paşa istiyor diye beni çağırdı. Hükümete gittim, Valinin huzuruna çıkdım. Fahri de orada idi. Paşa bizi gayet taltifkâarane kabul eyledi: «Tebrik ederim. Biner kuruş maaş ile maiyet-i Vilayete tayin olundunuz, demek, kısmen menfilikten kurtulmuş oldunuz. Gençsiniz, zekisiniz, inşallah terakki edersiniz» dedi. Her ikimizi de Defterdar Beyin maiyetine verdi, hatta odasına, yanıbaşına oturttu.
Yukarda arzettiğimiz gibi 1305 hilâlindeki Halep Valisi Hasan Hakkı Paşa İşkodralızade demekle maruf idi. Mustafa Paşanın mahdumu idi. O tarihten altı sene sonra ikinci def'a olarak Halep'e yine valiliğe geldi. Asilzade, fevkelâde müstakim, bir dereceye kadar şair, şiire aşına, o nokta-yi nazardan muktedir bir adam idi. Lakin son derece garib-el-ahlak, acip-el-etvar idi. Ömründe hiç evlenmemişti. Bekâr yaşardı, hatta kadından mütevahhiş idi. Vaktiyle kendisine sultan teklif olunmuştu, kabul etmemişti. Zühdü tekva ile mevleviyane son derece perestişkâr-ı Mevlana idi. Mesneviyi Kuran gibi elinden ve dilinden düşürmezdi.
Ciğer ki ödlere yandı kebabı neyleyim?
Gözüm ki kana boyandı şerabı neyleyim?
matlaiyle başlayan gazel-i bülend-i marufa
Yeter risale-yi hüsnü kitabı neyleyim?
Yeter o buse-yi lâlin şerabı neyleyim?
diye yanık yanık nazireler söylerdi. Gündüzleri evinden çıkar, Hükümete gelir, Hükümetten çıkar, evine gider, geceleri kimseyi meclisine kabul etmez, hiç bir tarafa misafir gitmez, sırf yalnız başına yaşardı. Konağında asla bir harem dairesine mâlik değildi, belli başlı kadın tutmazdı. Fakat cuma ve salı günleri o inzivagâhına bir nev'i itikâfa çekilirdi. Ne yapardı? Okur muydu, yazarmıydı? Bilinmezdi ve bilinmedi.
Hasan Paşa salı günlerini cumalardan ziyade bir yevm-i tatil addeylerdi. O gün kabil değil meydana çıkmazdı. Fevkelâde mübesvis, vehham, Padişaha gayet merbut idi. Herhalde sinen yetmişi geçgin idi, çünkü rivayete göre her nasılsa bir gazb-ı şahaneye uğrayan pederi Mustafa Paşaya şefaat için Sultan Mahmud-Sanî'nin huzuruna çıkmıştı, ayaklarına kapılmıştı. O zaman böyle yapabilmek için elbette laakal sekiz on yaşında olmak gerekirdi. Mamafih bünyece dinç kısa boylu, tetik bir adamdı.
Günahı kadar sevmediği ecnebilerden ziyadesiyle korkardı, çünkü Selanik'te vali iken o yüzden belaya uğramışdı, bir ecnebî şehbenderinin şikayetiyle azlolunmuştu. Artık her gördüğünü ecnebiyi iltifatlara boğar, ecanibe ait işleri derhal fasl eyler, en bayağı konsoloslara haddan efzun tevazula muamele ederdi. Zaten alelitlak kimi sevmezse, kimden korkarsa ona tabasbus eyler, şayet bir maiyet memuru ise taltiflerde bulunurdu. Paşanın bu hasleti o derece şayi olmuştu ki erkân-ı vilayetten biri fazlaca teveccühlerine mazhar oldu mu, aleyhinde Babıâliye yazıldığından emin olabilirdi. Derhal o müracaatın önünü almağa teşebbüs eylerdi. Bu hal bir kaç kerre defterdar Muhittin Beyin başına gelmişti.
Valinin ecnebilerden korktuğu, ecnebilere ait işleri derhal fasleydiği de pek dillerde dairdi. Hatta vilayetce bir mes'ulunun bir türlü is'af edilmemesinden, ukde-yi teehhüre uğratılmasından yüreği yanan bir maslahat sahibi bir gün bastonun ucuna bir şapka geçirerek kapunun perdesini hafifce kaldırır, Paşanın odasına uzatır, perdenin arkasından söyleyeceğini söyler. Bilmem yalan, bilmem sahih, bu fıkrayı hikaye ederlerdi.
İşkodralızade pek afif, salih iḍi. İrtikâb nedir bilmezdi, mürtekipleri sevmezdi dedik, fakat bu faziletleriyle beraber âdi bir vali idi. İlk vilayetinde hiç bir iş görmedi ve göremezdi.
Anlehhasr ve bipesendeşirinest
eserine meftun idi. Kendini Padişaha beğendirmekten başka bir endişe gözetmedi, «Elnas ilisüluk mülkhüm». Bir sızıltı çıkartmadan dolab-1 idareyi olduğu gibi döndürmeği gaye-yi mal bilirdi. Ne bir yol, ne bir bina yaptırdı. Mekteb-i İdadî ve saire gibi eslafının zaman-ı hükümetlerinde başlanmış asar-i umranı yüzüstü bırakıldı. Devr-i hamidiyi o cihetten şahısında tecessüm ettirdi. Memuriyetce müstakim, lâkin şahsen pek civanmerd değildi. Hem bizzat münafik idi. Arzettiğimiz gibi sevmediklerini hatta hayatına, sebeb-i maişetine kasdettiklerini taltiflere boğardı. Hemde münafikleri severdi, özünü sözüne uyduranlardan hoşlanmazdı. Hele magzub-u padişahî olanlardan âdeta tevahhuş eylerdi.
İlk valiliğinde o zatı pek yakından tanıyamadımdı, fakat yine böyle gördümdü. Bir kaç sene sonra ikinci valiliğinde iyi tanıyınca bu görüşümün isabetini takdir eyledim. Lâkin tuhaftır, valinin istikameti o derece işe yaramazdı ki
131