lüyorsunuz, güzel, yüksek düşünebiliyorsunuz. Fakat emin olunuz, Takdir-i İlhana rağmen arzederim, şiirleriniz ekseriyetle yaşamaz, unutulur, gider, çünkü elfaza hiç dikkat etmiyorsunuz. Bir telmiz sıfatiyle sizden soruyorum, bu içtihadınız doğru mudur? Naci merhumun :
Elfaz mana için ayna-yı şandır
Elfaza bakılmaz mı diyorlar, hezeyandır
demesi bir mübalağa mıdır? Bilfarz İlhan 'ınızı okudum, lafzen şöyle güzel parçalar :
Bu şeb benimle ey melek
Zamangüzar olur musunuz?
Dil hazan-resideye
Dem-i bahar olur musun
derhal hafızama girdi. Fakat öyle olmayanlar, velev manen bir meziyeti haiz olsalar da, hiç hatırımda kalmadı. Sade bu tecrübe kıymet-i elfazi isbat için kâfi gelmez mi?>>
Tahir Bey halûk olduğu kadar münsif bir edip idi. Bana şu suretle mukabelede bulundu:
- «Azizim, bilseniz, bizde aruz kaydı, öyle müthiş bir belâ ki insan elfazca şaibeden âri şiir söyleyebilmek için hakikaten vasi bir cevdet-i kariheye mâlik olmak gerektir. Bu mevhibeyi ise tabiat hemen hiç bir büyük şairimize bile ihsan etmemiş. Meselâ koca Nedim:
Niçin sıksık bakarsın, mirat-ı mücellaya?
Acep sen dahi kendi hüsnüne hayran mısın kâfir?
gibi kusurlardan tevakki edebiliyor mu? Hamid gibi bir deha-yi edep ise Eşber 'de, Tezer'de böyle bir çok hatalar ihtiyar eylemiyor mu?»
Biz bu mübaheselerle, müşairelerle menfaya gitmekte olduğumuzu bile unutuyorduk. Hele bende biintiha bir neş'e vardı. O muzayyike-yi mahpusiyetten herçebadabad kurtulmuş olmak neşatıma bais oluyordu. Gençlik hakikaten bir giranniha imiş! Vapurun o şenliğini, etrafımda annemi, kardeşlerimi görünce hem mazinin acılarını, hem istikbalin korkularımı unuttum.
Artık halimden de, hayatımdan da hoşnut idim. O kadar ki bir sabah yolcuların arasında sofrada göğsüne sarı bir gül takmış, sarı saçlı bir kız gördüm. Cenevre'de iken başımdan geçen küçük bir hadise-yi garamı, garam-i safı hatırladım.
Halbuki çoktan beri yanımda böyle nurlar görünmüyordu, şairliğim sönmüştü. Bu sefer birden bire parladı. O gece :
Andım seni, ey yar, yine ah ile andım.
unvaniyle uzunca bir manzume söyledim. Bir gün bu kerre Bir Çiçek diye sade bir şiir tabıma oldu. Bu şiirin şu parçaları hâlâ hatırımdadır:
Ey nur-u didem, ey melek,
Gördüm bugün bir hoş çiçek
Durdum, dedim verse gerek,
Bu hoş çiçek senden nişan
Tutum elimde kokladım
Çeşm-i nizarı yokladım
Bakdım döker hasret yaşı
Kopdu gönülden bir figan
Müştakiyim, bir busenin,
Ömrün senin, ruhum senin,
Aylar değil yıl geçse de
Olmaz yine askın nihan.
Akşam üstü bu şiirleri Tahir Beye gösterdim; halûk güldü : «Ali Kemal Bey gördünüz mü? Siz de müsamahat-1 lafziyeden kurtulamıyorsunuz, latif şiirlerinizi imaleden neye sıyanet eyliyorsunuz?» dedi.
İki polis neferi refakatimizda bulunuyordu, güya vapurda bizi muhafazaya memur idiler. Fakat semtimize uğramıyorlardı. İzmir'e vardığımız zaman bizimle beraber karaya çıktılar. Şehri gezerken bir aralık refakatımızda bulundular. Sonra gözden nihan oldular. Biz yalnız kaldık, derhal HİZMET gazetesine gittik, sade Nevzad'ı bulduk. Nevzad bana o zaman fevkelâde görünmedi, çünkü böyle cüzi bir müddet içinde bir insanı bihakkın tanımak muhal idi. Fakat sonra ef'al-ı harikulâdesiyle görüldü ki bu genç büyük bir meziyet sahibi idi. Filhakika edebiyatta, ulumda meharet-i mümtaze göstermedi, çünkü uzun bir tahsil ve tetebbüe vakit bulamamıştı. Lakin aşağıda göreceğiz, cevval bir zekâya, faal bir hamiyete, bir hub-u vatana malik idi. Bu saika ile devr-i istibdadın hışmına uğradı, darbelerini yedi, hapis ve nef'iden korkmadığını öyle nazik bir zamanda bize gösterdiği fart-ı muhabbetle isbat eyliyordu. 125