Bu mukabeleden Paşa memnun olmadı, olmadığını etvariyle gösterdi. Kâmil Beyle Ragip Bey de sözlerimi hoş görmediler, beni susdurdular. Ragip Bey:
- «Bari Ali Kemal Bey sen söyleme. Vaktiyle bu başına gelecekleri sana uzun uzadıya anlatmadım mıydı? Bu def'a mazhar- af oldun, Şevketmeab Efendimize dua et, otur. Fazla söz istemez.>>
dedi.
Tam bu sıralarda idi. Pek hatırımda kalmamış, Süreyya Paşa mi, ya Ragıp Bey mi, yoksa Kâmil Bey mi idi, Padişahın bize şefkatından bahsederken esfak-ı şamile-el-afak tabirini kullanmıştı. Hemen Abdülhalim Memduh bu fırsatı yakaladı. Esasen müthiş bir oyuncu. bir muzhikeperdaz olduğu için derhal feci, mütessir bir tavır aldı, Süreyya Paşaya hitaben gayet müheyyiç bir eda, yine öyle bir müedda ile şu ağır sözleri söyledi:
- «Paşa Hazretleri, şimdiye kadar sustum, fakat artık sabredemiyeceğim. Merhamet buyurdunuz, Gerek siz, gerek Beyefendiler Hazerati deminden beri afdan, atıfatten, eşfak-ı şamile-elafakdan bahis buyurdunuz. Af ve atufet nedir? Ne cinayet işledik ki muhtaç-1 af oluyoruz. Hele ne atıfet gördük ve göreceğiz. Her halde o şamil-el-afak diye tavsif buyurduğunuz eşfakın Sultan Ahmed meydanına şümulu yok imiş, çünkü biz, biçare gençler aylardan beri zindanlarda zillet ve sefaletle nahak yere perişan olduğumuz, canilerle bir tutulduğumuz halde hiç imdadımıza şitab eden olmadı. İstikbalimiz mahv edildi, ümitlerimiz ayak altına alındı. Kuru bir candan maada hayattan bir naimimiz kalmadı. Hâlâ afdan, atıfetten bahseliyorsunuz. Arkadaşlarımı bilmem, fakat ben kendi hesabıma rica ederim. Şevketmeab Efendimize arzediniz. Mahbėse, menfaya, hatta ziyade bir cezaya raziyım. Ölümü böyle zilletle yaşamağa tercih ederim, hiç bir inayete talip değilim.>>
Memduh harikulâde bir cezbeze sahibi olduğu için Başkâtip Paşayı da, öbür zatları da birden bire mebhut bırakarak bu nutuk-u acibi süratla irad eylemişti. Biz de arkadaşımızın bu tecellüd-ü garibine karşı şaşırdık, kaldık. Bir yandan hırsımıza tevafuk eylediği için o tecellüdden hoşlandık, fakat bir yandan da affımız bu saika ile teehhür eder diye korktuk. Korktuğumuz filvaki başımıza geldi.
Bizi yine Saraydan aldılar, Mehterhaneye götürdüler. Yolda Memduh'a söylemediğimizi bırakmadık, ama o hiddetler ne para eder, olan oldu. Süreyya Paşa da, Kâmil ve Ragip Beyler de, sözlerinden, tavırlarından, hallerinden anlaşılıyordu, evvelce dediğimiz gibi münsif, hayırhah adamlardı. Hatta bize âdetâ müteveccih idiler, muavenetimize müheyya idiler. Fakat evvelemirde Padişahın bendeleri değil midiler? Mevkilerini düşünmüyorlar mıydı? Elbette bu yolda pek ileri gidemezlerdi. Zaten o zaman gördüklerimize nazaran o devrin ekseriyetle ricali, hususiyle Sarayın başlıca erkânı böyle insafperver idiler, mezalimi tervic eden takımdan değildiler. Öyle iken, gariptir, Mabeynden yine pek zalimane kararlar bilhassa sonraları, çıkmağa başladı. Eşhasın fıtratına, ahlakına bile muhitin tesirati bu derece ziyadedir.
Mehterhaneye avdetimizden bir iki gün sonra idi. Birer münasip memuriyette istihdam olunmak üzere ayrı ayrı vilayetlere gönderileceğimiz resmen tebliğ clundu. Hüsamettin Şam'a, Memduh Konya'ya, Süleyman Bağdat'a, Tahir Kenan Yemen'e izam olunuyorlardı. Fahri ile ben Haleb'e gidiyorduk. Niçin öyle yaptılar, bir türlü anıyamadık. Evvelâ öbürlerini gönderdiler, Memduh ile beni bıraktılar. Bir rivayet çıkdı ki güya bizi affedeceklerdi. Fakat bu şayıa tahakkuk etmedi. Bir hafta sonra bizi de bir rus vapuruna bindirerek yola çıkardılar. Memduh Mersin'e, ben İskenderun'a çıkacakdık. Valde ile iki ufak hemşirem benimle beraber behemehal gelmek istediler ve geldiler.
(17)
Menemenlizade Tahir Bey o esnada Adana maarif müdüriyetine tayin olunmuştu. Ayni vapur ile mahal-ı memuriyetine gidiyordu. Yolda bizimle uzun uzadıya görüştü. Hatıram beni yanıltmıyorsa galiba o devr-i istibdattan samimi şikayet eyledi, GAYRET gazetesini neşredebilmek için ne tehlikelere uğradığını anlattı.
Tahir Bey ahlak-ı hamide sahibi bir genç idi. Edebiyatta büyükce bir behreye malik idi. Güzel yazı yazardı, hatta, evvelce arzeyledik, şiir de söylerdi. Fakat elfazda şiddetli müsamaha taraftarı idi. Bir gece vapurun güvertesinde mehtaba karşı oturduk. O, Memduh ve ben edebiyattan, siyasiyattan bahsettik. Hâlâ hatırlarım, kemal-ı safvettimden Tahir Beye o zaman dedim ki:
- «Mirim, beni mütessir eden nedir? Bilir misiniz? Siz bir tabiatı-ı şairaneye maliksiniz, bazen pek mükemmel şiirler söy-
123