(16)
Mehterhane'deki mahsuplar derhal etrafımızı sardılar. Onlardan biri, ismi hatırıma gelmeyen sarraf - ki dolandırıcılıkla uzun bir müddet için mahkûm, fakat şen, şarlatan bir adam idi - bize «Sizin geleceğinizi biz çoktan biliyorduk» dedi. Memduh şaşkınlık eseriyle ne olacağımıza dair bu adamcağızdan istimdada kalkıştı. Biz bu hareketine güldük.
Fakat çok geçmeden, yine o gece bizi hapishanenin içinden çıkardılar, Meriyülhatır dairesinde müstatilesşekil, küçük bir odaya sokdular. Bu ufak oda dördümüzü birden zor alıyordu. Fakat fazla olarak bizimle beraber bir mahpus daha vardı. O da sabık Şile naibi biçare bir hoca idi. Elli kuruş rüşvet aldığı için on sene kalebendliğe mahkûm olmuştu. Lakin o zavallı herif âdeta çılgın idi. Bize derhal uzun uzadıya derdini yandı. Muhakemesinden, reisden, ilamdan ve saireden yanık yanık bahsetti. Hakikaten öyle bir devirde böyle bir kazaya uğramak bir talihsizlik eseri idi. O koca Ziya Paşa :
Milyonlar çalan mesned-i izzette serefraz
Bir kaç kuruşu mürtekibin cayı kürektir
beytiyle bu hali pek doğru bir tarzda tasvir etmemiş midir?
- Allah için söyleyiniz, hana niçin böyle yaptılar? diye başımızı yiyen Naib Efendiye Fahri:
- Elli kuruşa bedel elli bin, yüz bin, beşyüz bin kuruş çalamadığın için, herif! Ben olaydım, seni müebbed küreğe, idama mahkûm ederdim. Elli kuruş ta çalınır mi?
dedi. Hepimiz bu sözlere o felaket içinde bile güldük. Nihayet yataklarımızı getirdiler. Bir köşeye serdik. Zaten yorgun idik, uykuya daldık.
Kapımızın önünde tüfekle iki nefer bekliyordu. Altımızdaki bir nevi bodrumda zincirler içinde bir cani yatıyorddu. Bu herif Şehzadebaşında medresede bir hocayı öldürmüş, idama mahkûm edilmişti. Lakin devr-i sabıkada böyle mahkumlar asılmıyor, zindanlarda kalıyorlar, hatta bazen gitgide mazhar-1 af bile oluyorlardı. Ö ümid ile olsa gerektir ki bu katil de ekseriye zincirlerini şakırdatarak şarkılar söylüyordu, cihanı umursamıyordu.
Biz o gece o yorgunlukla öyle ağır bir uykuyla iken Şile Naibi bağırarak yatağından fırladı:
Peygamber aşkına söyleyiniz, Reis Efendi Hazretleri, bu ilamın neresinde sahtekârlık var?
diye avazı çıktığı kadar feryada koyuldu. Dehşet içinde uyandık, ne olduğumuzu bilemedik. Fakat kendimizi toplayarak herifin çılgınlık saikasilye böyle bağırdığını anlayınca telaşımız geçti, yine uyuduk.
O gece bu hadise bir kaç kerre tekerrür eyledi, Bereket versin ki sabah oldu. Hapishane Müdürü geldi, güya hatırlarımızı sordu. Tabii halimizden şikayet eyledik, hele Naib Efendinin aramızdan alınmasını musirrane talep ettik. Öyle yaptılar, o küçük oda büsbütün biz kaldı. Toplandı, temizlendi. Bir iki karyola da getirttik, birer tarsia koyduk, yine rahatımızı bulduk. Bu sefer ziyaretimize gelenlerin haddi, hesabı yokdu. Gündüzleri çıkıyor, avluda geriyorduk, diğer mahsuplarla görüşüyorduk. Bu cemaat içinde tuhaf tuhaf adamlar görüyorduk. Meselâ Kudüs-ü Şerif'den gelme yetmişlik, galiba Vartanyan isminde bir ermeni rahibi vardı ki siyaseten mahkûm idi. Pek latif bir adam idi, bizi çok sevdi, hiq peşimizden ayrılmazdı. Fikirlerimizi çok takdir ederdi. Bakikaten de temiz bir kalbe malik idi. «Evladlarım, gece gündüz sizin kurtulmanız için dua ediyorum. Yoksa kendimi düşündüğüm yok, benim yerim öbür dünyadadır. Fakat siz bu yerden çıkmalı, yaşamalı, bu mülke hizmet etmelisiniz.» derdi. Anadolu'yu, Kürdistan'ı pek suzişnak bir tarzda tasvir eylerdi :
- Emin olunuz bu memleket adalete susamıştır. Ermeniler adalet istiyorlarsa cinayet mi? Onlar da insan değil mi? Yaşamak hakkına malik değiller mi?
diye tazallum eylerdi. Hep milletini, insaniyeti düşünürdü, fikren o derece yüksek idi. Bir kerecik olsun, bu adamın şahsı için bir endişeye düştüğünü, bir emel beslediğini görmedik. Bize muhabbeti gittikce artmıştı. Ekseriya odamıza gelir, yazdıklarımızı okur, okuduklarımızı dinlerdi. Hele fikir-i taassubdan ne derece azade olduğumuzu, ermeni, türk, kürt vesaire bütün akvam-ı osmaniyeyi müsavi tuttuğumuzu görünce sevinçten çıldırdı. «Allah sizi berhudar etsin» diye âdetâ ağlardı.
O zaman gerek bir çok Mekteb-i Mülkiye Efendileri, gerek matbuatın en güzide gençleri hapishaneye ziyaretimize geldikçe bu papas efendiyle de görüşürlerdi, tipki bizim gibi ahrarane görüşürlerdi. Bu müsabahalar o zavallı ihtiyara hayat verirdi.
Vatan! Vatan! dedikce gözlerinden nur feveran eden bu yet- 119