saf ve samimî bir tarzda ilerledi. Yemekten sonra daima salonun bir köşesine çekiliyor, uzun müddet görüşüyorduk. O zaman bende şiir merakı vardı. Bilhassa Lamartine diye çıldırıyordum. Meşhur «Göl» manzumesini ezberledimdi, lisanımdan düşürmüyordum. Hatta Ethem Pertev Paşa'nınkini beğenmeyerek, maamafih daha fena bir tarzda şöyle tercüme ettimdi :
Ey gül, ne vaktedek bu hazansay mevc mevc
Tâ ki bu cuşiş esefaray fevc fevc
Bu tercümeyi uzun bir mütalea-yı edebiye ile beraber o zaman İzmir'e, Halid Ziya'ya gönderdimdi. O da takdirkârane bir başlık ile HİZMET'e derç etti, beni pek sevindirdi.
Rus kızı bir yandan Türklüğe, Türk gençliğine alakadar oluyordu, İstanbul hayatına, Mekteb-i Mülkiye âlemine dair anlattıklarımı eğlenceli buluyordu. Ahmet Mithat Efendi merhumun ruhuna rahmet: henüz onyedi yaşında idim, o kız da yirmibeşi mütecaviz idi, maamafih bence mücessem sabahat idi. O zamana kadar başımdan sevda dedikleri hiç geçmemişti. Aşk gönlümde değil dilimde idi:
Açar aguşumu figan ederim
Beni öldürdü iftirak derim
tarzında şiirler söylerdim ama sözlerim :
Aldanma ki şair sözü elbette yalandır.
kavl-1 marufuna masadak idi. Henüz ne sevmek, ne de sevilmek biliyordum. Bu mademoiselle ile görüşürken hatırıma hiç öyle bir fikir gelmemişti. Musahabelerimiz hep ciddi ve umumî idi.
Bir cumartesi akşamı Madame Richardet bir müsamere tertip eyledi. Evvelâ Byron'un «Siçan» unvanlı meşhur muzhekesini o ihtiyar kadın bir iki gençle beraber pek mükemmel oynadı, hepimizi güldürdü. Sonra bir raks başladı. Benim de derdim bu raks âlemini görmek idi. Hatta «frak» dedikleri frenk elbise-yi mahsusasından bir takım kiraladımdı, giydimdi. Sofraya o kıyafetle geldiğimi görünce bana güldülerdi.
Bu müsamere çok hoşuma gitti. O devirde böyle bir muhitte bir Türk genci olmak bir imtiyaz idi, çünkü nevadirden idi. Bazı hanımlar, hele Mademoiselle Rozenşild acemiliğimi, cehlimi bildikleri halde yine benimle raksettiler. Bu mademoiselle'in peşinde bir devre-yi raksa mazhar olmak için koşan efendiler çokdu. Fakat o vaktinin bir kısmını benimle geçiriyordu, hatta bazen benimle oynuyordu bile. Bu nüvazişlere minnerdarlığımdan bir kerre bir devre-yi raksdan sonra vecde geldim, «Mademoiselle size âmak-ı kalbimden arz-ı teşekkür eylerim» dedim. Gülerekden «Vay sizin de kalbiniz var mı?» dedi. Ben de şevkimden: «Evet var, hem de pek temiz, pek saf bir kalbim var. İsterseniz size takdim edeyim⟫> cevabını verdim. Fakat başka hiç bir fikre zahib olmayarak öyle gelişi güzel söz olmak üzere o cevabı verdim. Kızcağız kızardı. Yelpazesiyle didar-1 ismetini kısmen örterek: «Veriniz, alırım» dedi, hafifce elimi sıkdı. Gariptir. O söz bu temas bana bir elektrik cereyanı gibi geldi. Kalben de, fikren de bir lahze sarsıldım. O sırma saçların, o elâ gözlerin in'itafi ruhumda artık başka tesirler uyandırmağa başladı. Bu dakikadan sonra o müsamerede bence başka bir cazibe vardı. O gece sabah olmasını gönlüm istemiyordu. Fakat ben de eski şairlerin dedikleri gibi gülbe-yi ahzanıma döndüm. Artık hayatımda bu latif kız, bu saf aşk büyük bir yer tutuyordu. Onunla her telakiden sonra yine tabir-i kadimizle deli divane oluyordum. Kızarıyordum, bozarıyordum, göl kenarını uzun uzadıya ateşler içinde devrediyordum.
Sabahleyin uykudan kalkar, kalkmaz elim bir sabırsızlıkla, kararsızlıkla öğleyi bekliyordum. Öğle iftirakından sonra da akşam telâkisine vakf-ı âmal eyliyordum. Bu garam-1 ismet böyle maksatsız, müntehasız günlerce devam etti, beni vakit vakit neşvelere, hummalara gark eyledi, kâh güldürdü, kâh ağlattı.
Bir gün öğle yemeğinde idi. Mademoiselle Rozenşild sofraya telaş içinde ve hilaf-1 mutad bir parça geç geldi. Benimle pek az görüştü, çünkü zihnen meşgul görünüyordu. Yemeğin nihayetine doğru idi, bana dedi ki: «Biz telgraf aldık, bu akşam Cenevre'yi terk ediyoruz, Petersburg'a gidiyoruz. Saat beşte lütfen buraya gelirseniz size emanetlerim var, veririm.>>
Bu haber beni son derece mahzun etti. Ömrümde ilk def'a olarak bu çeşid bir acı hisseyliyordum. O bir kaç saatı pek büyük bir iztirab içinde geçirdim. Delidivane gibi gölün en tenha kenarlarında dolaştım, durdum. Saat beş olunca misafirhaneye döndüm. O güzel kızcağız da geldi. Latif bir yolcu kıyafetinde idi. Bana iki resmini verdi. Biri benim içindi: «Genç bir Türk dostuma>> diye mültefitane bir kitabeyi de muhtevi idi. Diğeri Nazım Paşa içindi. Evvelce bir kaç def'a lakırdı arasında dedimdi ki şayet o
93