binayı mahsusu vardı. Meclis'i Millinin intihabatında halk o daireye toplanırlardı. Her fıkranın murahhasları kürsü-yü hitabete çıkarlar, fikirlerini mesleklerini, müdafaa ederlerdi. O sıralarda Cenevre'nin Meclis-i Millîsinde ekseriyet firka-yı müfritedė idi. O firkanın reisi de Carteret isminde bir ihtiyar idi. Mutediller mevki-i iktidarı müfritlerden almak için yeni intihabatta var kuvvetleriyle çabalıyordu. Hâlâ hatırımdadır, bir gece o intihabat dairesine gittikti. Her firkadan binlerce halk, kadın ve erkek, vasi bir divana toplanmışlardı. Muhalif, muvafik her güruhun hatipleri birer birer kürsü-yü mahsusa çıkıyor, meslek ve maksad-1 siyasilerini kemal-1 talakatla bast eyliyorlardı. Fakat her iki taraf yekdiğerine karşı ne derece nezahet ve hürmetle muamele ediyordu.
İptida fırka-yı müfriteden o zikrettiğimiz Carteret gelmişti. Yetmişlik bir pir ki söyleyeceğini uzun uzadıya cerbeze-yi nutkiyesini gösterekten söylemişti. Huzzarın alkışlarına nail olmuştu. Sonra fırka-yı mutedilenin bir hatib-i marufu hukuk darülfünu- nun bir üstad-1 benamı Riccard ona cevap verdi, mutedillerin nokta-yı nazarlarını izah kıldı, müfritleri muaheze etti. O da mazhar-i takdir oldu.
İsviçre her cihetce mes'ut, müreffeh bir memlekettir. Siyasette bile hercümerc, ihtiras, iğtişaş nedir bilmez, huzur ve sükûn içinde yaşar.
O sene Cenevre'de harikulâde bir kış olmuştu, külliyetle kar yağmıştı, arabalar, tramvaylar işlemez oldu. Halk bir nev'i kızaklarla gezerdi. Fakat o ne letafet-i garra idi. Etrafın dağları beyazlarla, hatta beyaz dumanlarla muhat idi. O tarihten onbir, oniki sene sonra Süleyman Nazif oraları gezer, bu manzara-yı garrayı beht ile seyr ederken
Dağlar duman içinde
Gönlüm keman içinde
demişti. Tabiat ve san'atın ahenkdar bir imtizacından husule gelmiştir. Fakat o ne güzellik, o ne temizlik, o ne cazibe idi: bir taraftan göl, nehir, o pak sular, bir taraftan o yüce, kâh karlı, kâh berrak, kâh dumanlı dağlar, idrak-1 mealiye o henüz açılmış zihnimi, fikrimi nurlarla dolduruyordu, gönlümü vecde getiriyordu. Bütün bu havarıkı böyle hayran, meftun temaşa ettikçe Nedim'in:
Kûh ve derya iki canipten derağuş eylemiş
Sanki derya dayesi kehsar ise lalasıdır
Kuh sakınmakda ruhsarın doğar günden onun
Bahr ise aynadar talat-ı zibasıdır
beyt-el-kasidleri yadımı latif latif dalgalandırdı. Şehir bile tepeden tırnağa bembeyaz idi. Soğuğa tahammül ettikçe öyle berf içinde gezmek, dolaşmak pek hoş idi. O kar kıyamet beni bir gün darülfüna vaktiyle gitmekten men edemedi, beni değil en ihtiyar hocalarımızı bile men edemiyordu.
Sadık Beliğ ile ekseriya beraber çalışıyorduk. O zaman bu garip arkadaşımı bir türkce şiir ezberlemek, hatta söylemek merakı sarmıştı. Fakat böyle yapabilmek için metin bir hafıza isterdi. Zavallı Sadık ona mâlik değildi, topu topu beş on beyt bilirdi, onları da doğru okuyamazdı. Bir gün pek sevdiğim bir gazelin:
Gel, ne korkarsın ecel sima-yı zerimden benim
Kurtar, Allah aşkına dünyayı derdimden benim
Bir hüda-yı aşkım tahlil olunsa tiynetim,
Dehre bin mecnun gelir, her cüz'ü ferdimden benim
Rad'u berki bak ne müthiştir hava-yı aşkımın
Runüma bin yıldırım bir ah serdinden benim
beytlerini perişan bir tarzda inşad eyliyordu. Bu zevksizliğe canım sıkıldı, »Kuzum, Sadık, işin gücün kalmadı da şimdi şairliğe mi kalkıştın?» dedim. Bu sözler ona fena dokundu, aramızda uzun bir münakaşaya bâdi oldu. O kadar ki birbirimizle kavga etmek derecesine geldik. Bu ufak hadise hayatımı değiştirdi. Zaten fransızcamı oldukca ilerilettimdi, Paris ile muhaberede idim. Süleyman Bey bana muttasil o şehr-i şaşaadarın kemalatını yazıyordu. Yazıyor, bitiremiyordu. Hemen pılımı pırtımı topladım, trene bindim, yine Paris'e geldim.
Beni en ziyade o diyara celbeden o sıralarda vukua gelen reis-i cumhur buhranı idi. Damadı Wilson'un nişan alış verişi gibi irtikâb ettiği bazı yolsuzluklardan naşi reis Grévy 107 bizzat müstakim bir zat olduğu halde istifa etmeğe mecbur olmuştu. Çünkü rical-i hükümetten kimse onunla teşrik-i mesai istemiyordu. Yeni bir reis intihab olunacakdı. Lakin ortalık pek kargaşalık içinde idi. Fırka-yı mutedile Jules Ferry'yi 10s riyaset-i cumhuriyete ref etmek fikrinde idi. Müfritler ise ona şidetle muhalif idiler. Hele meşhur Rochefort 109 her gün o zehirengiz makaleleriyle Ferry'nin aleyhine yıldırımlar yağdırıyor, avam-ı nası tahrik eyliyordu. İntihab günü Paris sokakları hincahınç halk ile doldu, harikulâde nümayişler
87