bu takrizlerin nazımi hakikatta pederi değil, yine bizzat Ali Feruh idi.
1885'de idi, biz Mekteb-i Mülkiye'nin üçüncü senesinde idik. Victor Hugo'nun vefatı haberi geldi. Ferruh mutantan bir mersiye söyledi, TERCÜMAN-I HAKIKAT 'ta neşretti. Bu sefer de :
Ey lokma-yi cavidan bulana mur
Victor Hugo'nun kemiklerinden
diye söyle bir telesüfden sonra «Les Orientales104a telmihan :
Şair bizi eylemişti tahkir
Vahşi diyerek eserlerinde
Şiddetlice bazı yerlerinde
Bizler ederiz o zatı tevkir
Türklerdeki emsalın göresin
Türklerdeki kadirdan göresin
diyordu. Mana hiç, lafız berbat iken bu soluk manzume Mektepce harikulâde bir rağbete mazhar oldu, çünkü Ferruh laf ile, şarlatanlıkla nazarımızda kendini büyük gösteriyordu:
Seksen senelik hatip göçtü
Seksen senelik edip göçtü
Bu türlü sözlerimiz de hakikî şiir gibi görünüyordu. Maalesef bu genç şairlikte bu dereceyi asla aşamadı. Böyle âdî, boş birçok sözler söyledikten sonra söndü, sustu. Paris'te iken o garip neşriyatiyle Istanbul'un nazar-ı dikkatini celp etmiş, Sefir Esat Paşaya105 çatmıştı. Bu meslekte ilerledi, az zaman içinde ikinci kâtip, başkâtip, nihayet Vaşington Sefiri, Bulgaristan Komiseri oldu. Bu son memuriyette henüz genç iken şeker hastalığından vefat eyledi. Zekâsına sayı yaver olsaydı, âlemde daha kıymettar bir iz bırakırdı. Lakin çalışmak nedir? Bilmezdi. Meselâ Paris Sefaretinde iken Ulum-u Siyasiye Mektebine devam etmişti. Fakat hiç derslere çalışmamış, imtihanlarda gülünç olmuştu, çünkü Mekteb-i Mülkiye'de yaptıklarını orada yapmağa kalkışmıştı, atıp tutmakla hocaların gözlerini boyamak istemişti.
Harabat 'ta vardır. Kudemadan Hemdemi Al-Osman'ın manzum bir tarihçesini yazmıştır. zamanına kadar gelmiştir. Ziya Paşa merhum da o destanı devr-i hamidiyeye kadar uzatmış- tı. Ferruh bu devri fakat perişan bir tarzda yazmış, edebî manzu- 80 melerle beraber Devlet unvanı altında neşreylemiştir. Meselâ hakan-ı mağfuru güya asarile medh eylerken Güllü Agop'la işti- har eden Gedik Paşa tiyatrosunun medreseye tahviline telmihan
Maarifperveri görki tiyatroyu edip tahrip
Yerinde eyledi bin lutuf ile bir medrese inşa
demek garabetinde bulunmuştu.
Yine o sıralarda Paris'te tanıdığımız garip zevatlardan biri de Ubeydullah Efendi106 idi. Ubeydullah muamma gibi bir adamdı.
Nereden geliyordu? Nereye gidiyordu? Ne yapmak istiyordu? Hasılı ne kudret-i ilmiyede, ne fikirde idi? Bilinmezdi. Parisde idi, ne için? İş için mi? Hayır, tahsil için mi? Yine hayır. İrat, servet sahibi mi idi? Hayır. Nasıl yaşardı anlaşılmazdı. Fakat yaşardı. Son derece kanaatkâr idi.
Vehbi'nin bilmem ne münasebetle:
Bir piyaz ile başladı nice. yıllar sünbül
dediği gibi Abid de nice yıllar Pariste yarım okka süt, yüz dirhem ekmekle yaşadı. Ahvalden böyle olmakla beraber güzide siret, dedikleri gibi, dervişnihad idi. Çocukluğumda şöyle bir beyit öğrendimdi:
Derunu aşına ol, taşradan bigâne sansınlar:
Bu bir ziba reviştir. Akıl ol, divane sansınlar.
Ubeydullah'ı görünce, tanıyınca bu beyit yadıma gelmişti.
Ali Ferruh'un Mevlud ve Kerbelâ okumaları, okutmaları gibi nümayişlerine Ubeydullah'ın çok yardımı oldu, çünkü hin-i hacette bu merd-i garip cüppesini arkasına giyer, sarığı başa takar, eline subha ve destarçe bile alırdı, öyle gezerdi. O dinî nümayişlerde Ferruh yardım eylerdi. Yine bu muhitte elektrik, mühendislik ve saire tahsili için oraya gelmiş gençlerimiz vardı, lâkin fransızca bir tarafa dursun, türkçe dürüst, düzgün okumak ve yazmak bilmezlerdi. Ali Ferruh bu cemaat-1 uzmayı peşine takar, kahve kahve, oda oda gezer, öylece eğlenir, dururdu.
Biz yeni geldik, St. Michel caddesinde, Suez otelinde elli frank aylıkla büyükçe bir oda tuttuk. Güya bize bir ikram olmak üzere bu vatandaşlar peşimizi bırakmadılar, her gece muntazam
81