Seni zulmette bırakdı niçin ol mah. Gönül!
Boşa çıktı yine en hoş emelin ah gönül
Bana sensin bu hizangâhda hemrah gönül
Bizi de bir gün olur, güldürür Allah gönül
Elveda ey gözümün nuru refiken-ı şebab!
O zaman arkadaşlarımla aramızda böyle bir samimiyet mevcud idi. Fakat, heyhat, o nanın te'nisiyle dünya dedikleri bu aşağı muhitte o mehasin, o maali yaşar mı? Günler, seneler geçtikçe o muhabbet, o safvet de azaldı. Bazen ölüm araya girdi. Fakat yaşayanlardan ölümden daha fena haillerle, hailelerle ayrıldık. İttihad ve Terakki dedikleri veba, âfet nasıl, kardeşi kardeşten bile bazen ayırdı ise kısmen onları da benden öylece uzaklaştırdı. Ne ise.
Lâl olursun dinlesen bir safra tab-1 sineden
O faslı büsbütün kapamak daha hayırlıdır.
Vapurumuz galiba doğru Marsilya'ya gittiydi. Esna'yı seyahatta bir büyük derdimiz de yüz lirayı tecavüz eden altın paramızı muhafaza etmek, hırsızlara, yankesicilere kaptırmamak idi. Paralar bir kemerle belime sarılmıştı. Marsilya'ya vasıl olduğumuz zaman elim kemerde idi. Beş günden ziyade süren vapur seyahatını iztirap ile geçirdikdi. Hemrahım Süleyman Beyde o aradığım arBenim niyetim kadaşı bulamıyacağımı yavaş yavaş anladımdı. Paris'te okumak, öğrenmek, bir baltaya sap olmakdı. O ise havaiyat ile meşgul idi. Bir mektup beklediğini, şayet iki aya kadar o mektup gelmezse intihar edeceğini söyler dururdu. Bütün esrar, muamma içinde görünürdü. Aklınca beni vesveseye, heyecana düşürmekten zevk alıyordu. Halbuki ben oralarda değildim. Bu kuru, kof sözleri masal gibi dinliyordum. Yalnız her ikimize de tahsil-i kemalât için bir hatt-ı hareket çizmekle meşgul oluyordum. Süleyman Bey yine öyle hafaya içinde yüzüyordu, yine intihara dair felsefeler yürütüyor, duruyordu. Hasılı aklen, fikren fikdan-ı selametini nazarımda gitikçe isbat eyliyordu.
Marsilya'da bir hata ettik. Rapide dedikleri sür'at trenine bineceğimiz yerde omnibus namını verdikleri ağır trene rakip olduk. 12 saata bedel yirmidört saatta Paris'e güç bela gece yarısına doğru vardık.
1887 tarih-i milâdînin temmuzunda, yani takriben otuziki sene evvel idi ki biz Paris'e ayak basdık. Evvelâ pek genç, şairliğime, hatta muharrirliğime rağmen âciz, cahil idim; öyle ya bir mekteb-i idadiyi bile ikmal etmedimdi. Saniyen fransızcaya bihakkın vakıf değildim. O halde o koca şehir-i şaşaadardan ne anlardım, hiç! Bereket versin ki bu hakikatı derhal keşfeyledim.
Süleyman Beyle karar verdik, iptida-yı emirde fransızca öğrenmek için bir hoca tuttuk. Adamcağız her sabah odalarımıza gelirdi, ders diye bazı meşhur hikâyenüvislerin eserlerini okuturdu. okurdu, tefsir ederdi. Bir saat kadar böyle geçerdi. Hoca gitti mi, birçok vatandaşlarımızı tanıdıkdı, onlarla buluşurduk. Yemeğe, yemekten sonra kahveye gider, hoş boşuna vakit geçirirdik. O zaman Boulevard St, Germain'de Cluny tiyatrosunun karşısında Café des Thermes derler bir kahve vardı, hep Türkler oraya toplanırdı. Onların serfirazı Ibnelreşat Ali Ferruh idi. Ferruh fevkelâde zeki, fakat zeki olduğu kadar da şarlatan, haylaz idi. Türkçe güzel bilir, yazar, şiir söyler, lakin daima hakikattan fazla görünmeğe çabalar idi. Mekteb-i Mülkiye'yi son sınıfda her nedense terkeylemiş, Paris'e âdeta firar etmişti. Fakat her gün muntazam Sefarethaneye devam eyliyordu. Göze görünmek, Hükümete çatmak için ne lazımsa yapıyordu. Meselâ o esnalarda, öyle bir hengâmede Süleyman Dedeyi takliden bir «Mevlud-u Şerif» yazdı. Yazmakla kalmadı. Bir gece bütün Türkleri odasına topladı, kemâl-1 debdebe ile tıpkı mevlud okur gibi o eserini okudu. Sonra el yazısiyle güzelce bastırdı. Kerbelâ diye bir mersiye de karalamıştı. Onun için ayniyle böyle yaptı. O teliflerini Istanbul'a gönderdi, o menkıbelerini de Saray'a kadar aksettirdi.
Kerbela'yı meşhur Kâzım Paşa'ya:
Dil haşlaması, ciğer kebabı
Can-1 nan azizi, kan şerabi
diye tuhfe etmişti. Zaten Ali Ferruh İstanbul'da Mülkiye'de iken pek ziyade maruf idi. Bir harika-yı şiir ve zekâ addolunurdu. Devlet, Huşnek namlarile manzum eserler neşreylemişti. Onlarda:
Evlad. Esas-1 inkilabat
Bir safhasıdır kitap sayın
Alemde muhrip harabat
Şermetde saydır itab-ı sayın
diyerekten Reşat Paşa takrizsiz yazardı. Fakat rivayet ederlerdi ki
79