timde üdebadan, şüeradan geçiniyordum. Gazete neşrettimdi, şöhret kazandımdı, fakat bu mektepte sınıf arkadaşlarım çoluk çocuk idi. Tarz-i maişet de başka idi. Çok sıkıldım, lakin dişimi sıkdım. İki aydan ziyade o cenderede kaldım, fransızcayı sökdüm. Artık bu sayede okuduğumu anlıyor gibi idim, bir parça konuşuyordum bile. İmtihan zamanları yaklaşıyordu, Mekteb-i Mülkiye'ye döndüm. Bu iki ay hiç hatırdan çıkmaz. Faure'ların o küçük mektebi benim için bir dar-1 ibret oldu. Beride eazımdan geçin ötede aciz ibad ol, işte şark ile garbın farkı dedim. Faure'lar iki kardeş idi, Jules ve Louis. Hayırhah, nazik, muktedir mürebbiler idiler. Bu memlekete fransız tezhibini tamim nokta-yı nazarından çok hizmet ettiler. Darültedrislerinde o derece az bulunmuş iken bende bile latif bir hatıra bırakdılar. bahusus
Fransızcanın bu kadarcık olsun lezzetini aldıktan, irfanen hiçliğimi anladıktan sonra artık ne mektep, ne matbuat gözümde değildi. Ben de ilk fırsatta arkadaşım Sadık'a peyrev olmak emelinde idim. Mekteb-i Mülkiye'nin dördüncü senesini bitirdik, tatil zamanı idi. Mehafil-i matbuatta yeniden yeniye genç simalar peyda olmuştu. Onlarla Babıâli caddesinde kitapcı dükkânlarında, kıraathanelerde toplanırdık.
Bu gençlerin biri Abdülhalim Memduh97 hem pek zeki idi, hem de garip-el-etvar idi. Naci'ye derin bir husumetle, Hamid'e mecnunane bir muhabbetle saha-yı matbuata atıldı. Kabına sığmazdı. Lisan mektebine, Mekteb-i Hukuk'a devam eyledi, lakin Vatan, Asır kütüphanelerinden çıkmazdı, Abdülhak Hamid Bey'i hemen harfiyen taklide yeltenirdi. Meselâ Divaneliklerim 'e nazire tarzında Türrehat98 diye bir mecmua-yı eş'ar neşreylemişti. Fakat o ne şiirler idi!
Ey dur dur dura
Ey şur şur şura
gibi. Maamafih Memduh bu tuhaflıkları herkesi mebhut kılmak için kasten yapardı. Arzu edince makul, muntazam, mevzun söz de söylerdi.
O devirde İzmir bir merkez-i feyiz olmuştu: Halid Ziya Bey, Tevfik Nevzad, Mahmud Esad Efendi o şehirden payitaht matbualtına güzide yazılar yazarlardı, hatta orada HİZMET99 namiyle bir gazete bile neşrediyorlardı.
Halid Ziya100 fransızcaya vakıf olduğu için edebiyat-1 garbiyeden feyiz alıyor, o sayede müceddidâne bir tarzda kalem yürütüyordu. Bilfarz «mensûr şiirler» diye yeni bir tarzı icat eylemişti. Garptan Şarka Seyyale-yi Edebiye unvaniyle bir risale çıkarmıştı. Bu yüzden hepimizin mağbutumuz idi. Tevfik Nevzad101 da, hem şair, hem nasır mükemmel bir genç idi. Mahmut Esad Efendi 102 memuren İzmir'de bulunduğu için onlara kalemen refakat ediyordu. Bu sayede HİZMET cidden mükemmel bir sahife-yi edep olmuştu.
Halit Ziya Bey'in akrabasından Uşakîzade Süleyman Bey103 vardı ki o da muğlak, müphem bir genç idi. Zeki idi, fakat hayatı asla ciddi bir tarzda telakki eylemezdi. Maamafih Süleyman Bey, Memduh, diğer arkadaşlarımız ve ben oldukça müterakki bir muhit teşkil eyledik.. Halit Ziya ile, Nevzat ile muhabereye giriştik, hatta İstanbul gazetelerini bıraktık, HİZMET ile neşriyata başladık.
Naci Efendi «Ukâz-1 Osmani» diye bir zümre-yi edep toplamıştı. Bu zümrenin erkânı müçtemien ayni redif, ayni kafiye ile SAADET 'te gazeller neşrederlerdi.
Biz de HİZMET 'te «Ukâz-ı Şeban» namiyle o zümreyi tenzire kalkıştık. Ali Ferruh, Memduh, Sami, ben, Nevzad, Halid Ziya hep birden ayni suretle manzumeler yazmağa koyulduk. İlk manzumelerimiz Sevmem redifiyle idi. İzmir İstanbul'dan da serbest olduğu için bu yazılar azadeserane idi. Meselâ Memduh:
İrade namına kayd-1 esareti sevmem
demeğe kadar varıyordu. Ben ise :
Ümit ile olacakdın bahar sib-1 cemal!
Sabahatın ne kadar da zebun-u derd-i zeval!
Gurubgâh-1 telvindedir ümid-i kemâl
Denaet oldu hakikat, hamiyet oldu hayal!
Hayalperest oldum da hakikatı sevmem
diye feryad ediyordum. Hatta :
Nedir himaye-yi aşkın bu zulmeti sevmem!
Severse kahrola gönlüm, esareti sevmem!
bile diyordum. Hatırımda kalmamış, diğer arkadaşlarım yine bu zeminde daha güzel sözler söylüyorlardı. Halid Ziya Bey de o mensur şiirleriyle bu ukâza iltihak eylemişti..
75