Mekteb-i Mülkiye arkadaşlarımızdan bir Mustafa Refik Bey⁹³ vardı, Mithat Efendi'nin akrabasından idi. Mektepten şehadetname alır almaz, memuriyete heves etmedi, TERCÜMAN-I HAKİKAT'a devam eyledi. Fennî makaleler yazdı, o da o vadide iştihar etti.
Bu feyiz böyle devam ediyordu, bu erbab-ı kalem muttariden çalışıyorlardı. Biz bile hariçten bu mesaiye iştirak ediyorduk. Elimizde o derece sermaye yok iken usul-ü maliye gibi bazı derslerimizden iktitaf edebildiğimiz semerelerle yarım, yanlış makaleler karalayarak TERCÜMAN 'a gönderiyor ve derç ettirebiliyorduk.
Fakat bir sabah gazeteyi açınca ne göreyim «Beşir Fuad Bey'in intiharı» diye uzun bir bend. Birdenbire bu hadise bana veleh verdi. Daha dün öyle şad, şatır yazılar yazan bir genç bugün intihar etsin! Bu muammaya akıl ermedi. Lakin hakikat öyle idi. Beşir Fuad Mithat Efendi'ye son dem-i hayatında uzun uzadıya bir mektup yazıyor. Yalnız esbab-ı intiharını değil, tarz-ı intiharını da o mektupta bastediyordu. Sıcak suya, hamama girmişti. Kanını son damlasına kadar akıta akıta ölmüştü. Fakat ölürken Mithat Efendi'ye hitaben kâffe-yi ihtisasatını, arzettiğimiz gibi yazmıştı, hatta kısmen kaniyle yazmıştı. Zehiy itidal-ı dem! Şevk ile, şetaretle yazmıştı âdeta gülerekten, âdi bir vak'ayı anlatır gibi o feci dakikalarda ne duyduğunu söylüyor, hayata bu derece fütursuzlukla veda eyliyordu.
Hiç şüphe yok ki ölümle bu istihzanı baisi, müşevviki felsefe, hususiyle Schopenhauer idi. Bu filozof o gencin fikir ve fitratina bu mertebe tesir etmişti.
Filvaki intiharına başlıca sebep olarak Beşir Fuad bazı ahval-ı hususiyesini anlatıyor, mahkemelerden şikayet eyliyor, öteden, beriden bahsediyordu. Ama bu esbabin hiç biri ciddi değildi. Öyle irfan ve kemâl sahibi bir genç için bu müşkülleri iktiham eylemek kolay idi.
Mithat Efendi o zamanlar Schopenhauer'e; Beşir Fuad'a dair ufak bir eser neşreyledi.94 Hem müntehirin kemalatını anlattı, hem o intiharın yolsuzluğunu gösterdi.. Maamafih bu hadise bize pek tesir eyledi, hayatı bu derece istihfaf ile telakki etmek dikkat ve ibretimizi celp etti. Bir pazar günü akşam üstü idi. Süleymanpaşazade Sami, Sadık Beliğ ve ben muhtasar bir cemaatla beraber Beşir Fuad'ın cenazesini Eyüp Sultan'a kadar teşyi ettik. Merasim-i tedfin pek sür'at ve ihtisar ile ifa edildi. Zaten vakit geç idi, ortalık kararmağa başlamıştı.
O gece mektebe dönmedik. Sadık Beliğ'in Vefa'daki taş konağına gittik, sabaha kadar uyumadık, bu hadiseden bahseyledik. Sadık, Mısırlı Beliğ Efendi'nin mahdumu idi. Pek vefakâr, fedakâr bir arkadaşımızdı. Edebiyatı, şiiri severdi, hatta şair mizaç idi. Lakin yazı yazmazdı, şiir söyleyemezdi. Yazmak ve söylemek isterdi. Muhtasar bir ifade ile hepimizden kalben ileri, fikren geri idi. Maalesef daha gençlikte illet-i işrete müptelâ olmuştu, çok içerdi, her hafta mektebe sarhoş dönerdi.
Sadık'ın konağında bız sık sık toplanırdık, edebiyattan, siyasiyattan, felsefeden bahsederdik. Hususiyle o yeknesak hayatımızdan hoşnutsuzluğumuzu söylerdik. Böyle hasbihallerden birinde Sadık, Fehim ve ben herçebadabad Istanbul'u terketmeğe, Avrupa'ya, hatta Amerika'ya giderek rızk aramağa karra verdik. Her birimiz ailemizden bir miktar para tedarik edecekdik, orada alnımızın teriyle hayatımızı kazanarak, hatta ailelerimizin muavenetine bile arz-ı iftikar etmeyerek, hin-i hacette gazete müvezziliğine bile başvurarak yaşayacakdık. Öyle bir ömrü bu nazünaim içinde imrar-ı eyyama tercih eyliyorduk. Her nedense muhitimiz bize giran geliyordu.
Bu tasavvuru kuvveden fiile çıkarmak ne Fehim'e, ne bana müyesser olmadı, öyle bir teşebbüsü kimse tasvip etmedi. Sadık bizden daha metin, daha azimkâr, maamafih ailece daha azade idi. Bu tereddütlerimize kızdı. Bir gün çantalarını hazırladı, vapura bindiği gibi evvelâ Misir'a gitti. Bazı hususî işlerine tesviye eyledikten sonra oradan İsviçre'ye geçti, Cenevre'de yerleşti. Biz yine İstanbul'da kaldık.
Fransızcayı bihakkın bilmemek beni eziyordu. Hem matbuatta bir mevki sahibi olmak, hem de bu acz içinde yuvarlanmak ciğerime işliyordu. Mekteb-i Mülkiye'deki haftada bir iki saat ders ile bu lisanı öğrenmek muhal idi. Bir müddetcik mektepten gaybubet ederek Galata'daki veya Beyoğlu'ndaki fransız mekteplerinden birine leyli olarak devam etmeğe azmeyledim. Sami ile Memduh bu fikrimi tasvip ettiler, bana delalet eylediler. Evvelâ Saint Benoit mektebine gittik. Cizvitler yaşıma bakdılar, beni kabul etmediler. Beyoğlu'nda Faure" biraderlerin hususî mektebi vardı. oraya kaydedildim. Ben onaltı, onyedi yaşında idim. Hatta muhi-
73