giderken sofrada Tevfik Bey'in yanına oturur. Yemek gelir. Naib Efendi «Bu et ne eti?» diye sorar. Tevfik Bey: «Yemeyiniz, domuz etidir» der. O sözü işitir işitmez Efendi yerinden fırlar, bir daha o sofraya ayak atmaz. Birinci mevki yolcularından olduğu halde mahal-ı maksude varıncaya kadar odasında peynir, ekmek ve çerez yer. İşte bu zat bu derece samimi bir sofu idi.
Maamafih biz Mecelle dersinden çok istifade etmedik, çünkü Mekteb-i Mülkiye için o ders fazla idi, bir çok tetkikata, tetebbüata muhtaç idi. Onlara ise vakit de yoktu. Bu dersi de, fıkıhı da ekseriya anlamadan geçiyorduk.
Fakat maliye, servet, hukuk-u düvel dersleriyle böyle değildi. Maliyeyi Mikail Portakal Efendi'den85 okurduk. Bu zat mükemmel bir hoca idi. Türkçeyi güzel bilirdi, pek fasih söyler, yine öylece yazardı. Ulum-u maliyede bir iktidar-ı harikulâdeye mâlikdi, çünkü tahsilini Fransa'da ikmal eylemişti, eyledikten sonra tetkikatında, tetebbüatında devam etmişti. Ders verirken talebeye pek müfid nasihatlarda bulunurdu. Meselâ: «Öğrenmek üç türlü olur. Evvelâ okumakla, kitaptan okumakla, hocanın takririni dinlemekle olur. Saniyen okudunuğu, dinlediğini yazmakla, kaleme almakla olur. Salisen okutmakla, takrir etmekle olur. Sizin için en muvafik usul dersinizi güzelce dinlemek, zapteylemek, sonra mümkün mertebe malumatınızla tetebbüatınızla mezc ederek yazmak, kaleme almakdır» derdi ve bize öyle yaptırırdı. Fikren müterakki olanlarımıza ciddi yazı yazmağı, bir mevzuu kudret ve ehemmiyetle temhid eylemeği en ziyade öğreten Hoca Mikail Efendi oldu. O mühim, esas itibarile mühim, fakat fasih, latif takrirleri mükemmel dinlerdik, sonra dikkatle kaleme alırdık. Muallim derse geldiği vakit içimizden birine işaret ederdi, dersi okuturdu. Bir kere bana okuttu. Mevzu cazibedar idi. Süleyman Kanunî zamanında devlet-i osmaniyenin tarz-ı idare-yi maliyesine müteallik idi. O devr-i muhteşeme dair bazı mütaleat-1 tarihiye ile mezc ederek o bahsi muntazaman kaleme aldımdı. Yine öylece bülend bir avaz ile okudumdu. Portakal Efendi beni dikkatle dinledikten sonra «Aferin, fakat senin damarlarında şair kanı da var» dedi. Bu takdir pek müstesna olduğu için o zaman çok hoşuma gitti.
Sakızlı Ohanes Efendi86 ilim-i servet-i milel muallimi idi. Malumatca, ihtimaldır, Mikail Efendi'yi geçerdi. Türkçeyi pek mükemmel yazardı, lakin öyle türkâne telaffuz edemezdi. Fesinin altındaki takkesine varıncaya kadar saf kıyafetiyle, o sarı saçlariyle, ablak simasiyle, bahusus o tekellüm-ü hasiyle Portakal Efendi'yi Türk sanmamak müşkül idi. Fakat Ohanes Efendi öyle değil. O da pek güzel ders verirdi. İlm-i iktisadı derinden derine bilirdi, bildiği gibi tedris ederdi. Bu ilmi bilaḥare Avrupa'da en büyük hocalardan teḍerrüs eylemek bana müyesser oldu. Lakin Mekteb-i Mülkiye'nin o muallim-i fazılı, tarz-ı tedrisinde onlardan hiç aşağı kalmazdı, dersem mübalaga etmem sanırım.
Ohanes Efendi pek resmî, âdetâ muhterizane resmî idi. Talebeye dersinden maada hiç bir mevzudan bahs etmezdi. Fünun-u nefise ile müteveggil idi, hatta o fünuna dair ufak, lakin kıymettar bir mecelle bile neşr eylemişti ki bu devirde bile nadirelemsal bir telifdi.
Şehbaz Efendi87 daha başka idi. Türklüğe daha takarrup etmiş, âdetâ türkleşmiş idi. Zaten nihayet müslüman oldu. Cevdet Paşa ile düşer, kalkardı, rical-ı devleti yakından tanırdı. Derste Ali Paşa'lardan, Fuad Paşa'lardan mümkün olduğu kadar suya, sabuna dokunmadan bahs eylerdi. Ali Paşa'yı kudret-i siyasiye itibariyle pek beğenirdi, hatta Gortchakoff'a muadil tutardı. Paşa'nın o devirde Moskof Başvekiline karşı yazdığı bazı takrir-i siyasîlerini nadirelemsal bulurdu. Derdi ki:
«Ali Paşa fransızcada fevkelâde bir sahib-i kalem değildi, hatta bu lisanı bir şive-yi şark ile yazardı, konuşurken de bilfarz "papier à en-tête" diyeceği yere "papier entété" demek gibi ufak tefek hatalar ederdi. Lâkin siyasi takrirler kaleme almakda hari- kulâde bir meharete malikdi.»
Şehbaz Efendi o sıralarda ihtida eyledi. Gazetelerde tetkikat ve tetebbüat-1 ilmiye ve felsefiye neticesinde din-i İslamın din-i Hak olduğuna kanaat getirdiği için bu hareketi ihtiyar eylediğini etrafiyle yazdı. Fakat biz arkadan arkaya duyduk ki Efendi bir kadın meselesinden dolayı Patrikhane ile keşmekeşte idi. Bu münazaaya bir hâtime vermek, karısını boşayabilmek için tebdil-i mezhep eylemişti. Böyle olduğu için o hocamızın bu hâlini hiç hoş görmedik.
Bu dersler, bu hocalar fikrimize başka küşayiş verdi. Artık şiire öyle Naciyane iptilalarımız kalmadı. Gönülümüz, gözümüz diğer vadilere init'af eyledi. O zaman muhitimizin darlığını hissetmeğe, o devr-i istibdadı ağır bulmağa başladık. 67