Sayfa:Ömrüm.pdf/38

Bu sayfada istinsah sırasında bir sorun oluştu

Darülfünun'a tarih-i siyasî-i Osmani muallimi tayin ettilerdi. O zaman Darülfünun müdürlüğünde bulunan Hayret Efendi artık iğbirarı kadimini bir tarafa bırakdı, bana pek nüvazişkârane muamelelerde bulundu. Talebe mikdarı arttıkça en büyük dershaneleri tedrisatima tahsis eyledi. Hasılı vazifemi teshil için elinden geleni yaptı.

Şair Eşref bir hicviyesinde der ki:

Geçen gün Encümende yok iken Hayret bütün heyet arapca bir eser zan eyleyip kıraatı çizmişler.

Bazen o hırçınlıklarile beraber Hayret Efendi fıtraten hür bir fâzıl idi. Başında taşıdığı sarığın istilzam eylediği ilmî, vicdanî kemalatı cidden haiz idi. Böyle olduğunu da bilhassa Meşrutiyet'e izafe eylediğimiz devr-i fezahatta, hepimizden evvel gösterdi. O yüzden az kaldı darağacını boyluyordu. 31 Mart hadisesinde zindana atıldı, menfaya gönderildi, Rodos'ta kalebend edildi. O yaşta, o fazıl ve fazilet ile bu hareketleri gördükten sonra yoksulluk içinde bu fena dünyaya veda eyledi, rahmet-i rahmana kavuştu.

GÜLŞEN böyle intişar eyliyor, duruyordu. Ben şöyle böyle bir şöhret kazandımdı. Fehim ile geçinemedik, birbirimizden ayrıldık. Dördüncü nüshadan itibaren o risale-yi mevkute bana kalmıştı. Fehim arzettiğim gibi, havaperest idi, daima ciddiyete mizahı karıştırırdı. Bir gün GÜLŞEN'e Abdülkerim Sabit, Muallim Naci takriz tarzında birer kıt'a gönderdilerdi. Sabit Bey :

Fikir eden fikir ziyadarınızı sıdık ile dır
Gipta-yi bahşa-yı cenan olmalıdır Gülşeniniz!
Görmesin, bad-1 hazan nahl-1 serefraz-ı emel
Nişve-yi ferma-yı cenan olmalıdır Gülşeniniz

demişti. Naci ise :

Erbabına hoş bir armağandır,
Takdire seza risaleniz var
Her cüz fevaid averende
Birkaç okunur makaleniz var.

iltifatı garibinde bulunmuştu.

Benim haberim yok iken Fehim, Sabit Bey'in kıt'aşını gazetenin en başına, Naci'ninkini ise en nihayete koyar, Muallim'e karşı hürmetsizlikten sarf-1 nazar tertib-i mukannemizi altüst eder.

İşte bu yak'ayı müteakiben bu refik ebülheves benden ayrıldı NAHL-I EMEL diye ayniyle GÜLŞEN gibi bir risale çıkardı, fakat iki, üç nüsha ancak çıkarabildi. Biz de :

Kurudu nahl-1 emel tam kökünden eyvah

diye tarih söyledik.

Mektebi bitirdikten sonra Fehim Maarife intisap eylemişti. Mektep müdürlüklerinde vilayet, vilayet dolaştı, nihayet cihet-i mülkiyeye geçti. Devr-i sabıkda bir aralık Yemen'e nefy olundu. Oradan Mısır'a, Avrupa'ya kaçtı. Fakat bir nev'i da-ı vatana müptelâ idi. Çok geçmeden yine İstanbul'a döndü, mazhar-ı af oldu. Bağdat'a mektupçu oldu. Meşrutiyet'ten beri mutasarrıflıklarda dolaştı, şimdi mütekaiddir.

GÜLŞEN irfanen o züğürtlüğümüzle beraber az çok bir rağbete mazhar idi, şöyle böyle devam ediyordu. Alelhusus Encümen-i Teftiş ve Muayene'ye oyunlar oynuyor, o devirde neşrolunamaz eserler neşrediyorduk. Bir kere zor belâ ile Lamennais'nin o meşhur Menfi neşidesini tercüme ettimdi. Telliyerek, pullıyarak GÜLŞEN'e uzun uzadıya bir mütaleaname ile beraber derc eyledimdi. Her parça, «Menfi daima, daima yalnız değil midir?». Yahut, <<Menfinin Allah'tan başka kiim olabilir?» fıkratiyle bitiyordu. O devr-i istibdadda samie hüzün ile inikas eyliyordu.

Bu tercüme alttan alta dağdağaya badi oldu, Encümen-i Teftiş'i kuşkulandırdı. Zaten bir mana ve bir hud'a kullanarak bu eseri o encümene göstermeden bastırdıkdı. Bereket versin ki işi o kadar araştıran olmadı, yalnız GÜLŞEN kapatıldı. Halbuki daha bir nüsha evvel :

Bir, tab'ımızı gelse şu eyyam-ı bahadî,
Seyr et ne çiçekler saçılır Gülşen'imizden

diye ilan-ı şadımanı eyliyorduk.

(9)

Mekteb-i Mülkiye'den üçüncü seneyi bitirdikdi, dördüncüye geçtikdi. O sınıf darültedrisinin hakikaten parlak bir sınıfı idi, bir çok zeki gençleri cami idi. Bir hususî imtihandan sonra idi. Murad Bey derse geldiği zaman tarihden imtihanda yazdıklarımızı getirdi:

«Efendiler, hepinizi tebrik ederim. Bir sınıf ki ekseriyle alülaldır, umarım, içinizden çoğunuz büyük mesnedler ihraz eyler, bu memleketin ciddi hadimlerinden olursunuz. Yazdıklarınızdan öyle

63