Ey ortalığı karanlık eden dört mumlu muşamba fener! diye müstehziyane tefsir eyledim :
Vardır arada hezar zulmat
mısraından hezar zulmat terkibini galat buldum, öyle bir edibin kalemine yakıştırmadım.
Hem her birisinde kürreler var
sözünü ise büsbütün hatadan salim göremem, «kürre» yuvarlak manasına olunca ra harfını teşdid ile telaffuz edilemezdi. Edilince «<küre» arabîde küçük dağ manasına gelirdi.
Elfaza müteallik itirazlarım böyle musib idi. Fakat manaya taalluk edenler de boş değildi. Meselâ Tahir Bey:
Açtın bir avuç kühr-ü semaya
diyordu. Halbuki Ziya Paşa o tevhid-i beliğinde :
Açmiş bir avuç kühr-ü semaya
Olmuş bir nücum bu nihaye
beyt-i marufu hepimizin hafızasında idi. Menemenlizade benim gibi bir müptedinin bu tenkidine kızdı. GAYRET ile değil, ASAR78 diye intişar eden diğer bir mecmua ile bana cevap verdi, bazı şiirlerimi muahaze etti. Ben de ona «cevap-el-cevap« diye uzunca bir mukabelede bulundum. Bu mübahase böyle devam ediyor, herhalde beni hoşnut kılıyordu, çünkü iptida-yı emirde GÜLŞEN'e sermaye-yi tahrir bulunuyor, artık iş, güç sırf şiire, şairliğe münhasır kalıyordu. Saniyen münakaşa oldukça edibane cereyan eyliyordu, arada iğbirara bâdi olmuyordu. Fazla olarak iştiharıma da az, çok hizmet ediyordu.
O devirde arkadaşlarımızdan bir Tepedelenlizade Kâmil Bey79 vardı. Hamid'i şiddetle taklid ederek şiir yazardı. Hatıram beni aldatmıyorsa Divaneliklerim'i80 takliden Hezeyanlarım diye bir mecmua-yı eş'ar neşr eylemişti. Yukarıda Ali Ulvî Bey'den bahsederken Kâmil Bey'i de bilmünasebe zikrettimdi.
İşte bu genç şair o sıralarda evlendi, Hayreddin Paşa'nın kerimesini aldı. «Etyemez» deki konağında yaptığı büyük bir düğüne bizi hep davet etti. O cemiyette Menemenlizade Tahir Bey'le beni görüştürdüler, daha doğrusu barıştırdılar. Tahir Bey, arzettiğim gibi, pek halûk idi, derhal bütün iğbirarını unuttu, bana karşı pek muhalasat gösterdi.
Hatta o hafta GÜLŞEN'e Ali Ferruh'la beraber Hayret Hoca'nın81 aleyhine :
Herkesin bir revşi, her revşin bir kesi var
unvaniyle hicviyemsi birer manzume ile yürüdükdü. Ferruh:
Karagöz! arkadaşın cumbaya çıkmış sesi var,
Yürü, sor hatırını, rahatı yok nezlesi var
Hayret! Esvabı muşammalı değil, atlası var
Herkesin bir revşi......
diyor, daha başka hücumlara girişiyordu. Ben de ona nazire tarzında:
Kimi yan yana çağanozvari nümayişle gider
Kimi de sağa, sola kotra gibi volta eder,
Seyreden bunların ahvalini hayret! eyle der:
Herkesin bir revşi, her revşin bir kesi var.
dedim, daha bir çok hezeliyat söyledim.
Tahir Bey o gece bana bu manzumemi çok beğendiğini anlattı. Fakat dedi ki:
Bakınız, beni muahaze ederken siz de lafzen ne derece bi- pervalık gösteriyorsunuz. Hayret Efendi için:
Süpürüyor ortalığı çupbu pebesi var...
diyorsunuz. Demek, lafz bazen manaya feda edebilir."
Hûlasa, bu müsamereden sonra Tahir Bey'le pek dost oldukdu.
Gariptir, o manasız, tiflane hezeyandan dolayı Hayret Hoca bana âdetâ muğber olmuştu, hatta kin bağlamıştı. İki sene sonra Encümen-i Teftiş ve Muayene'de iken »Dilenciler» unvaniyle neşretmek istediğim bir risaleye ruhsat verdirmemişti. Öyle bir zat-ı fazıl için bu hareket bir küçüklük idi.
Fakat Ferruh'un da, benim de yazdıklarımız yalnız hoppalık değil, bir parça da kadernaşinaslık idi, çünkü Hayret Hoca hakikaten şayan-ı hürmet bir adam idi. Filvaki Taalim-i Edebiyat'ı SAADET'te bir parça insafsızcasına tenkid eyliyordu. Lakin o neşriyatında bile türkçeye, arapcaya, farsîye kudret-i vukufunu gösteriyordu. Hele arapcadan türkçeye tercümede yekta idi. Bu nokta-yı nazardan Ukyaz-ı Osmani lisanımızda emsalsız.
Fazla olarak Hayret Efendi zerafet-i tabiatiyle, nüktedanlığı ile, hürriyet-i fikriye ve ahlakiyesiyle müştehir idi. O idare-yi müstebideyi kalen, kalemen her fırsatta hırpalıyanlardan idi.
Gönlümde bu ukde senelerden beri böyle kalmıştı. İnkilap-1 ahirimizin ilk fashında idi. Beni Mekteb-i Mülkiye'ye tarih-i siyasî,
61