HAKİKAT, SAADET derken biz de bir şair bir edip olduk, meydana atıldık. Zahiren Mekteb-i Mülkiye'nin üçüncü senesinde idik, hakikatta ördek suda yaşar gibi âlem-i matbuatta yaşıyorduk. Her gün bütün gazeteleri, mecmua-yı mevkuteleri derslerimizden evvel, daha mükemmel okuyorduk. Perşembeleri ise mektepten çıkar çıkmaz doğru Babıâli caddesinde, kitapçı dükkânlarında soluğu alıyorduk.
O zaman en meşhur kitaphane sahipleri Aragel Efendi ile Karabet ve Kasbar, bir de Kirkor ve Ohannes Efendiler idiler. Asır ve Vatan kitaphaneleri bu son iki kardeşin idi. Biz en ziyade onlara giderdik, çünkü onlar bize hürmetle, ehemmiyetle muamele eder, âdeta birer istikbal-ı edep nazariyle bakarlardı. Kirkor pek kadirşinas, Ohannes ise âdeta fedakâr idi.
Bir gün Kirkor Efendi bana dedi ki: «Sizinle bir mecmua-ı mevkute çıkarsak pek mükemmel olur.» Bu söz derhal zihnimde yerleşti. O hafta mektepte arkadaşlarıma bütün bu tasavvurdan bahseyledim. Onların içinde bir İbrahim Fehim vardı ki meslek itibariyle bana pek benzerdi, mektep derslerine az çalışırdı, matbuat ile çok uğraşırdı. Lakin fikren sinine göre müterakki, pek müterakki idi. Arayıcı fişeği gibi aramızda dolaşır, neşr-i efkâr eylerdi. Fakat o fikirler hep ahrarane, hep terakkiperverane, hep o devre göre muzır, pek muzır idi. Fehim'in bir kusuru vardı, o da havaperestliği. Bu saika ile de fıkdan-ı sebati idi. Zekâsını körleyen, irfanını zedeleyen de o nakise idi.
Fehim ile pek düşer, kalkardık. Tabiatiyle o mecmua-ı mevkute tasavvurunu ona açtım. Bütün masarif-i tabiyeyi Kirkor Efendi'nin ihtiyar edeceğini de söyledim.
Çok geçmedi, onunla müttehiden ruhsat-ı resmiyesini istihsal eyledik.GÜLŞEN75 namiyle gazete şeklinde dört sahifelik bir mecmua-i mevkute çıkardık. İlk nüshaya Fehim mükellef bir mukaddeme yazdı idi. Ben de Sevdiklerim unvaniyle bir manzumemi derç ettimdi. Bu manzumenin şu kıt'alarını arkadaşlarım beğendilerdi:
Dem-i hier ki ah cananım
Odur ancak enis-i vicdanım
Nağmesiyle sefa bulur canım
Bülbül nalekârı pek severim
Yaşamam ondan ayrılırsam ah
Sadırımdan azizdir billah
Ona can ve cihan feda hergâh
Vatan-1 feyzbarı pek severim
Bu şiirler pek çocukca idi, lakin o zaman böyle safdilane düşünmek bir liyakat, hatta vatan lafzını ağıza alabilmek büyük bir meziyet addolunuyordu. O bir devr-i garib-i istibdad idi.
Sami, Reşit, Hüsamettin, hasılı mektepte eli kalem tutanlar, hele şiir söyleyenler hep GÜLŞEN'e yazı yazarlardı. Hele benim tabiat-ı şairanem o şevk ile cuş-u huruşa gelmişdi, her nüsha için iki, üç manzume yetiştirirdim. Eserlerim hep şiir, hep şiir idi, çünkü başka yazı yazmağa kudretim yokdu, sermayem kâfi değildi, fakat şiir için sade bir kariha kâfi idi. Bazen kariha olmasa ef'ale ve tef'aleye bile vakıf olmak da maksada el verirdi. Ziya Paşa'nın dediği gibi :
Kalmış mı ki söylenmedik söz?
Hiç var mi acep denilmedik söz?
Hep aynı sözler meydanda dolaşıyor, duruyordu. Zaten nazire demek ne idi? Öyle mahdut bir daireye, aynı vezin, aynı redif, ayni kafiye, hatta kelimelerle başka başka fikirler sokabilmek mümkün mü idi? Bilfarz Üstad Ekrem:
Hem bakarsın çeşm-i dikkatle perişan halime
Hem de birahmane say eylersin izmihlalime
Ah, bilsem vakıf-1 hal-1 perişanım
diyordu. Derhal, biz telmizler ona nazire söylüyorduk :
Mümteziç aşkınla ruh-u cavidanem, sevdiğim
Ben de bilmem sen benim canım mı? Cananım mısın?
Ah, aşkın hem beladır, hem sefadir gönlüme
Söyle Allah aşkına derdim mi? Dermanım mısın?
diyorduk. İşte GÜLŞEN her hafta böyle şiirlerimle doluyordu, pek yeknesak oluyordu. Bu hale bir çare ararken bir gün GAYRET76 risalesinde bir tevhid nazar-ı dikkatime çarptı. Bu risaleyi Menemenlizade Tahir Bey çıkarıyordu. O tevhidi de yazan o idi. GAYRET o zaman bir rağbet-i fevkelâdeye mazhar idi. GÜLŞEN ona nisbeten hiç idi, çünkü Tahir Bey Namık Kemal ile, Ekrem'le, Hamid'le hususi münasebette, muhaberede idi. Risalesinde bu eazamin eserlerini neşrediyordu. Kemal Bey'in,
Sen öldün cevrine ay dilşiken-i mahzun ben mahzun
Felek gülsün, sevinsin şimdi sen mahzun, ben mahzun
Ölürsem görmeden millette ümid ettiğim feyzi
Yazılsın benim kabrime vatan mahzun ben mahzun
gibi bedayi-i eş'arı da o mecmuada neşrolunmuştu. O mutlakiyet
57