şitab-ı edepde yakın vakte kadar öyle yapıyorlar, sarhoşluğundan tutturarak bilmem hangi zilletine kadar biçare adamın tutulur yerini bırakmıyorlardı.
Hakikatta Naci Efendi o tahkirlere, tezlillere hiç müstehak değildi. Evvelemirde büyük bir lisan muallimi idi. Araptan, acemden aldığımız kelimelerin hem menşe'en aslilerini, hem de lisanımızca mevki-i istimallerini rana biliyordu. Yazarken çoğumuzun yaptığımız galatlardan münezzeh, son derece münezzeh idi. Bilfarz hiç bir zaman «ya» ile «hakaik, netayiç» yazmazdı. Lakin hemze ile <<hakaik, netayiç» yazardı. Yalnız nihayette ayın olursa hemzeyi yaya kalbederdi, fecayi, vakayi gibi.
Yine mesela «işgal» fiilini cemadat için kullanmazdı. Bir yer, bir mevki değil, bir insan işgal olunur, derdi. Daha böyle bir çok dekaik-i lisaniyeye vakıf idi, hatta türkçe kelimelerde bile o dik- kati gösterirdi. Meselâ «başlamazdan, gitmezden» yerine «başlama- dan, gitmeden» suret-i sahihesini kullanırdı, çünkü «den» edati fiillere ilave olunamaz, ancak masdarlara olunur.
Mamafin çoğumuz lisanen bu hataları hâlâ ihtiyar eyliyoruz, çünkü Naci'yi sevmiyor, okumuyor, dinlemiyoruz. Velev doğru söylese de Naci'ye zid gitmeği bir şeref biliyoruz. Meselâ inadimiza <<başlamazdan evvel» yazar, «sehl» yerine «sehil»> der, «şöhret-i sehil»> gibi terkipler yaparız. Hakikatta kimseye değil, kendimize, lisanımıza fenalık ediyoruz.
Arabî ve farisî yerine mümkün olduğu kadar, kudret-i ifadeyi, ahengi, insicamı bozmadan türkçe kelimeler kullanmak bugün lisanca belli başlı endişelerimizdendir. Keza kısa kısa cümlelerle, açık seçik sözlerle beyan-1 meram etmeği beğenmeye başladık. Fakat hatırlıyor muyuz ki lisanımızda bu iki tarzın da hemen hemen mucidi o zavallı Naci'dir. Naci ki Yazmış Bulundum, Ömrün Çocukluğu gibi unvanlarından da anlaşılır her nokta-yı nazardan sırf tükçe yazılmış, düşünülmüş eserleriyle bu usulu ortaya koydu, hatta bazen nazminde bile bu teceddüdü gösterdi :
Diyorlar ki derdin ne? Birdir, cevabım
Ulu Cenabım, Ulu Cenabım
Ne muhtasar cümleler. Muhtasar olmakla beraber ne derece türkçe:
Şu mes'ud kimdir? dedin. İşte yazdım
Bu yüzden de var seni, açılsın nikabım
Biz bu mertebe sade, kolayca anlaşılır türkçeyi hece vezniyle şiir yazanlarımızda bile göremedik. Köylü Kızlarının Şarkısı elbette hatırlardadır:
Tepeden nasıl iniyor bakın!
Şu kızın nişanlısı şanlıdır
Yaradan nazardan esirgesin
Koca dağ gibi delikanlıdır
Kelimeler sırf türkçe, ya büsbütün türkçeleşmiş! Mütefail, mütefailin beheri ise âdeta hece veznini andırmıyor mu?
Fese bak fese! Ne kadar da al!
Ne de hoş belindeki morlu şal
Demedim ya, ben sana bak ve kal
O kadar da bakma, ziyanlıdır
Yalnız kelimeler değil, mana, ifade, terkipler bile türkçedir: demedim ya, ziyanlıdır, bak da kal gibi, âdeta meşhur Vasıf'ı andırır:
Ne kırarsın ikide birde benim hatırımı?
Gönül, ey tifl-1 ziyankâr oyuncak değil â
gibi. Lisanımızın bir cihetce feyzi bu vadide idi, bu vadi ki ne şairlerimizce, ne nasirlerimizce son devre gelinceye kadar takdir olunmadı. Hasılı Naci'nin bir meziyeti de bu idi ki türkçeye bir ehemmiyet vermekle beraber arabî ve farsîde, dedikleri gibi, yed-i tûlâ sahibi idi. Hususiyle lisanımızın o iki ana lisaniyle münasebetlerini uzunuzadiya takdir eylemişti. Mecmua-yı Muallim bu nokta-yı nazardan bir hazinedir. Muallimi tetebbü-ü ciddi edenler türkçenin bir çok vesaikine vakıf olurlardı.
Lisan itibariyle böyle. Fakat şairlikce de Naci öyle yabana atılamazdı. Şerarenin bir çok gazelleri harikulâdedir. Ateşparenin bazı manzumelerini ise Üstad Ekrem bile takdir eylemiş, Talim-i Edebiyat'a nümune olarak almıştı.
Eş'ar-ı Naci bir enmuzec-i fesahattır. Bu derece müşkülpesendane bir tarz-ı beyan şairlerimizden pek mahdud kısmına müyesser olmuşdur. O şiirlerde hata-yı lafzi bulmak güçtür. Lakin lafzen, hatta ma'nen, bir çok bedialara tesadüf eylemek kolaydır. Meselâ yine Üstad Ekrem'in tahmis eylediği gazel gibi
Kararyab olamam gerçi mest-i serşarım,
Hased orundaki asudedir mezarında!
51