Sayfa:Ömrüm.pdf/27

Bu sayfada istinsah sırasında bir sorun oluştu

Evet, Süleyman Paşanın Mebani-el-inşa'sından sonra gelmişdi. Evet, garbe nisbeten pek sade bir telif idi. Lakin bizde emsalsiz idi. Açtığı çığır ile, saçdığı fikirlerle, gösterdiği misaller ile emsalsız idi.

Üstad Ekrem'in eş'arı gibi tedrisatı, sözleri de güzide idi. Naklettiği fıkralarda daima ufak tefek bir kudret-i fikriye vardı:

«Bir kere Fuad Paşa merhum erkân-ı memurinden Bab-ı Ali'de bir encümen teşkil eyler, bir mekteb-i âlinin tesisini bu encümende mevki-i müzakereye koyar. Azadan biri Paşaya o mektepten şehadetname alanlar ne olacaklar diye sorar. O da :

- Adam olacaklar

cevabını verir. Herif

- Evet, Efendim, adam olacaklar, belli. Lakin nereye tayin olacaklardır, ne olacaklardır? diye sualini tekrar eder. Paşa kemal-ı mehabetle yine sadece :

Adam olacaklardır,

der. Bu mehib cevab metin bir sesle üç def'a tekerrür edince meclisi bir sükût istila eder. Bütün aza-yi encümen o iki kelimenin ihtiva eylediği mana-yı bülendi takdir eylerler, mektepten maksud sırf hükümet memuru yetiştirmek olmadığını anlarlar.»

Ekrem Bey o nevşüküfte fikirlerle müstesna bir gıda veren böyle fıkraları derslerinde vakur, müessir bir eda ile nakleylerdi, bizi düşündürürdü. Galiba son Zemzeme'nin o beliğ, o muciz mukaddemesinde bu üstad-ı edep der ki: En güzel sözler, insanı en çok düşündürenlerdir. Bizce de en mükemmel hoca talebeyi düşünmeğe sevkedenlerdir. Ekrem Bey de o hocaların serfirazı idi. Hamid'in :

Ekrem ki asrımızda Üstad-1 muktedadır.
Ders olmasın mı bir söz, ondan olunca sadir

demekte hakkı vardı, çünkü hakikat öyle idi, hakikatın öyle olduğuna o sütude siret hocanın o münimane tedrisatından istifade eyleyen biz telmizler âdilane şehadet ederiz.

Üstad Ekrem'in fikrinde böyle revnak, fakat o saika ile uslubunda, şiiren ve nesiren tarz-ı beyanında başka nezahet vardı. Gerek Naci, gerek Naci tarafdarları o nezaheti müdrik değillerdi. O üstadın yalnız arabi ve farisîdeki ittila-1 mahdudunu görüyorlar, tenkide bir vesile sayıyorlardı.

Mamafih arabcada, acemcede Naci mertebesine varmasa da Ekrem Bey bu lisanlara türkçeye lüzumu olduğu kadar vakıf idi. Hatta şiirde ve nesirde elfazca servet ve metanet itibariyle o kudemaperestlerin pişvalarından bile geri kalmazdı. Fakat tarz-1 cedidde onlara külli tefevvuk ederdi.

Ekrem Bey Namık Kemal'a bir üstad-ı azam nazariyle bakardı, secde ederdi. Ettiğini bu telif-i ceyyide yazdığı takriz gibi

Halik levh ve kalem sayini meşkûr etsin

sitayişnamelerde göstermişti, hatta Recaizade'den hiç bir eser almadığı için Cami-i Harabatı Tahrip ve Takipde" muaheze etmişdi.

Meclis-i vaslında giryan olduğum mazur tut
Bir tabiattır ki kalmış gamım zamanından bana

bey-i munisinin muhteviyatı Harabat'tan çoğuna müreccah olduğunu iddia eylemişti.

Hak-el-insaf düşünülürse Ekrem Beyin bu faziletlerini inkâr eylemek Naci için zül idi, sırf garaz ve hased eseri idi. Zaten iptidadan beri Nağme-yi Seher'in o onsekiz yaşındaki naşid-i nezihi bir yandan Namık Kemal'in mazhar- teveccühü, lakin bir yandan da Arif Hikmet'lere varıncaya kadar şuerayı asrın mahsudu olmuşdu. İşte Şerare nazımı da çok geçmeden o zümreye iltihak eyledi, hasbelmeslek de öyle icap ettirdi.

Ekrem'in «Hasbıhal» unvaniyle «Ey bülbül» redifli meşhur bir gazeli vardır ki birinci Zemzemede münderiçtir:

Garipser işiten destanın, ey bülbül
Gariptir o kadar hal ve şanın, ey bülbül

matlaı ile başlar, zamanın küçük büyük bir çok şairleri, hatta Hamid bile:

Alelsabah ne hoşdur ezanı

beytini ihtiva eden nazireyi söyler.

Çimende sun-u hakkı gerçi her varak söyler
Beliğdir senin amma beyanın, ey bülbül

beyt-i nakisedari Münif Paşa merhumun naziresindendir. İşte bu gazele telmihandır ki Yenişehirli Avni Bey:

Değil muvafık-ı âdap nağme-yi seherin
Nedir bu zemzeme zapt et dehanın, ey bülbül

diye Üstad Ekrem'i hicv etmek istemiştir.

45