dan takdir eylediklerim çokdu. Hayatımın pek muazzez bir faslı bu mektep hayatım oldu, bu mektep hayatı ki en basit safhalarına kadar hafızamdan bir türlü silinmedi. İşte ömrüm sabahından, sabah-ı inşirahından uzaklaşarak akşama yaklaştığı halde yine sönmedi.
Mektep melce-yi şebab olduğu için başka bir saffet ve safiyet muhitidir. İnsan hüzün ile itirafa mecbur oluyor. Bilahare bargiran-ı hayat o. rengarenk meşakkiyle, mezahimiyle şebabın o letaifini, mekârimini taraç eyliyor. Öyle olsa da,
Geçmiş zaman olur ki hayali cihandeğer.
Bu mektep hatıralarını unutmak, hatta latif latif yade getirmemek mümkün değil. Zaten nuhbe-yi hayat nedir? Bir zübde-yi hatırat değil midir?
Mekteb-i Mülkiyede beni en çok teheyyüce düşüren hallerden biri mükâfat bahsi, tevzi-i mükâfat resmi idi. Her perşembe günü akşamı Müdür Abdurrahman Şeref Bey son derste gelir, o hafta zarfında talebeye verilen aferinleri, tahsinleri, imtiyazları bizzat tevzi ederdi, hususi imtihanlarda birinci, ikinci çıkanlara mazhar oldukları mükâfatı verirdi. «Aferin» küçük bir kırmızı varakadan ibaret idi ki derslerini güzelce bilenlere, vazifelerini mükemmelen yapanlara verilirdi. Bir «tahsin» dört, bir «imtiyaz» sekiz «<aferin» varakasına bedel idi. Hususi imtihanlarda birinci çıkanlar «imtiyaz», ikinci çıkanlar «tahsin» varakalarını kazanırlardı.
Maalesef birinci ve ikinci senelerde bana hiç bir dersten birincilik müyesser olmadı. Zaten bütün birincilikleri Reşat Bey inhisara almıştı. Yalnız ikinci senede coğrafyadan ikinci çıkdımdı. O da körükörüne ezbercilik sayesinde idi. Bir dersin imtihanıni bir gün zarfında bitirebilmek için mümeyyizler ayrılırlardı, talebeyi ayrı ayrı imtihan ederlerdi. Yalnız hocanın birinciliğe ve ikinciliğe namzed addeylediği şakirdler imtihan olunacağı vakit bütün heyet bir araya toplanırdı. Coğrafyada nöbet imtihanı bana gelince böyle oldu. Hocamız Cin Ali dedikleri kolağası Ali Bey idi. Mahdut bir zat idi, lâkin ihtisası olduğu için coğrafyaya pek vakıf idi. Her nedense hepimizi korkuturdu.
Beni bu suretle imtihan eden heyet-i mümeyyizeden iki zat Gülhane Mekteb-i Rüştiyenin erkânından, evvelce arz ettiğim, yüzbaşı Asaf Beyle mülazım Sedat Bey idiler ki o mektepten tardıma şiddetle karar verdilerdi. Bu sefer kapı açılarak içeri girdiğimi görünce veleh getirdiler çünkü beni derhal tanıdılar. Sedat Bey eğildi, hocamız Ali Beyin kulağına bazı sözler söyledi.
Bende üç sene zarfında büyük bir tahavvül meydana gelmişti. Gülhane'nin o haylaz ümmi şakirdine bedel artık muktedir, serbest bir genç tavrı aldımdı. Bilhassa o iki zattan mazinin edibane bir intikamını almak için heyet-i mümeyyizenin sorduğu suallere büyük bir şetaret-i fikriye ile cevap verdim, coğrafyaya tarihi karıştırdım. «Sizde ediplik var.» Talakat-ı beyanıma gayetle dikkat eyledim. Cin Ali memnun oldu. Bir çekip vurur gibi hecelerini ayrı ayrı telaffuz ederekten hilaf-1 mutad: «Efendi, kâfi, şayan-ı dikkatsiniz» dedi. Ben kapıdan çıkarken Sedat ve Asaf Beyler hayrane arkamdan bakıyorlardı, sonra da galiba uzun uzadıya öbürlerine masebakımı anlatıyorlardı, ihtimaldır: «Hüda kadirdir, eyler senin hâreden cevher» diyorlardı. İşte o iki sene içinde yegâne bu dersten mükâfat kazandımdı. Ondan sonra ise mükâfatı gazete sütunlarında aradığım için mektep derslerine hiç ehemmiyet vermez oldumdu.
Tevzi-i mükâfat merasimine bile yalnız bir kere gittimdi. Hakikaten o bir resime-yi vâlâ idi. Mektebin bahçesinde, Sultan Mahmud türbesine bakan cihette açık çadırlar kurulur, ipler gerilirdi, sıralar dizilirdi. Cepheye «Rütbet-ül-ilim âlel merteb61." diye büyük bir levha talik olunurdu. Vükelâdan, erkân-ı devletten bir çoğu kâbirler koltuklara otururlardı. Zat-ı Şahane Başkâtip Süreyya Paşayı62 hedaya-1 mahsuse ile gönderirdi. Hedaya ki altın saatlardan mürekkep idi. Alelâla şehadetname alanlara verilirdi. Ortaya bir masa konulurdu. Önce Müdür Abdurrahman Bey ayağa kalkarak baştan başa medayih-i seniye ile malâmal bir nutk-u beliğ, o zamana göre bir nutk-u belig, okurdu. Birinci olarak şehadetname alan efendi - ki o sene Kâmil Paşazade Haşmet Bey63 merhum idi - Müdüre cevap verirdi. O da Zat-ı Şahaneye bol bol dua ederdi. Sonra Müdür-ü Sani Recai Bey4 ilk önce şehadetname alanların esamisini birer birer gümrah bir sesle kıraat ederdi. İsmi okunan her efendi talebeye tahsis olunan yerden tâ o heyetin bulunduğu mahale kadar gider, o zevat-ı kerama arz-i selam eder, Müdür Beyden mükâfatını alırdı. Şayet ismi böylece üç defadan ziyade zikredilmiş ise her cihetten alkışlara mazhar olurdu. Meselâ Recai Efendi: tarih-i umumi, birinci mükâfat, 76 Reşat Efendi, sekiz def'a mezkûr dedi mi, huzzardan bir alkıştır, kopardı.
Hedaya-yı seniye bir tarafa, mükâfat olarak verilen diğer hediyeler ufak, tefek kütüb-ü kadimeden ibaret idi. Meselâ bana bir kere Solakzade tarihi, bir kere de Peçevî tarihleri verilmişdi.
Tuhafdır, bu mükâfat emelleri, tevzi-i mükâfat merasimi be-
37