Sayfa:Ömrüm.pdf/12

Bu sayfada istinsah sırasında bir sorun oluştu

Beni bir sabah güzelce giydirdiler, hatta fesime bir elmas iğne bile taktılar. Mavi kadifeden esvap, kırmızı fes, böylece süslendik. Kardeşimin oğluyla beraber bir faytona bindik. Arkamızda bir alay. çocuklar, etrafımızda efendiler, hocalar, elde değnek kalfalar yola çıktık, tâ Deveoğlu9 yokuşundan itibaren birçok yerleri dolaşaraktan yine mahallemizdeki bir mektebe geldik, kemal-i debdebe ile okumaya başladık.

Yolda böyle alayla sokakları dolaşırken çocuklardan bir kısmı ufak bir halka teşkil ederek hem arabamızın arkasından yürüyorlardı, hem de bağıra bağıra «ilahi» söylüyorlardı:

Ya ilâhi zat-1 pakın hürmetine elaman
Kulların kapına geldi çağrışırlar, Rabbena

diyorlardı. Onlardan sonra ikişer, ikişer gelen birçok çocuklar ise böyle bir beytin hitamında «amin» diye bağırıyorlardı.

Sokaklarda gelenler, geçenler bu alayı meseretle seyrediyor, pek tabii görüyor, pek hoş buluyorlardı.

Mahalle mektebimiz pek sade idi, büyükçe bir dershaneden ibaret idi. Bir tarafta Hoca Tahir Efendi, bir tarafta ise bir kalfa efendi önlerinde birer rahle yüksekçe bir yerde oturuyorlardı. Biz de arada yerlere serilmiş minderlerimize diz çökerdik. Önümüzde ufak tefek sıralar vardı. Talebe sıra ile bazen hoca efendinin, bazen kalfa efendinin önüne giderek diz çökerlerdi, elifbeden ya «amme», ya «tebareke» cüzlerinden balmumu ile işaret ettikleri dersleri okurlardı. Bazen dersini bilmeyen, ya başka bir kabahat işleyen çocuğu Hoca Tahir Efendi falakaya yatırırdı, temizce döverdi. Falaka orta yerine ip takılmış kalınca bir sopa idi. Çocuğun ayaklarını o ipe geçirirlerdi. Sopanın iki ucundan iki kişi tutarlardı. Hoca Efendi ince değnekle ayakların altına, topuklara vururdu. Bazen büyükler babayiğitlik göstermek için ağlamazlardı, ağlamayınca daha çok dayak yerlerdi, fakat küçükler yere yatar yatmaz bir yaygaradır koparırlardı. O zaman bütün talebe hep bir ağızdan bağıra bağıra sure-yi fatihayı okurlardı, o yaygaraları bastırırlardı.

Böyle bir falaka alayından sonra mektebi bir lahze sükûnet alırdı, çocuklar daha uslu otururlardı, yüksek sesle derslerini okurlardı.

Hocanın yanında uzun bir değnek vardı, bir değnek ki bazen yavaş yavaş kalkar, dersiyle meşgul olmayan çocuğun başına inerdi.

Bu mahalle mektebinde ne öğrendik? Hatırımda değil. İhtimaldır, bir, iki, üç senede ancak kuran okuyabildik, bir nebze de sülüs yazabildik. Bu tahsil-i iptidaî'de bilfarz «amme» cüzünü bitirebilmek bir mesele-yi uzmâ idi. Bir gün hoca efendinin önünde diz çökerek dersimi heceleye heceleye öğrenirken «fergap»11 diye ben sureyi kuraniyeyi bitirir bitirmez arkamdan büyükçe bir çocuk geldi, fesimi kaptı, başıma cüz kesemi geçirdi. Hoca efendi gülümsedi, bütün arkadaşlarımı ise bir sevinçtir, aldı.

Bir kalfa yamağı elimden tuttu, beni o kıyafetle evime getirdiler. «Fargıb»a çıktığımı aileme o suret-i garibede tebşir ettiler. Hane halkını bir şetarettir aldı, annem, dadılarım yüzümden, gözümden öptüler.

Bir paraya bini aferinin oldu. Fakat niçin? Aylarca, belki senelerce mesaiden sonra teşehhüt mikdarı okumak öğrendiğim için mi? Heyhat!

Bir iki sene böyle mahalle mektebinde sürüklendikten, bir nebze okumaya, yazmaya başladıktan sonra beni Kaptanpaşa mekteb-i rüştiyesine12 koydular. Bu mektep de garip idi, fakat öbür mahalle mektebine nisbeten pek müterakki idi. Bir büyük hocamız, bir ortanca hocamız, bir küçük hocamız vardı. Hatırımda kaldığına göre bu darültedrisde o kadar dayak patırdıları yoktu. Dershane büyük, pek büyüktü. Lakin derslerimizi almak için hocaların odalarına sınıf sınıf gider, hoca efendinin etrafına, yerlere serilirdik, âdeta yatardık. Her birimizin altımızda minderlerimiz, önümüzde kitaplarımız, hokkalarımız, çantalarımız vardı. İktidarımıza, irfanımıza göre bir saf teşkil eylerdik. Safın başını o dersin birincisi ihraz eylerdi. Esna-yı dersde hocanın bir sualine bilfarz birinci cevap veremez de ikinci, üçüncü cevap verirse derhal o çocuk minderini, çantasını, pılısını, pırtısını toplardı, başa geçer, birinci olurdu.

Bu rekabetler çok hoşumuza giderdi. Bir kere bilmem hangi dersde, bilmem neden yedincilikten ikinciye fırladımdı, o gün neş'eme payan yokdu. Dershaneye gelince o hadiseyi işiten ortanca ve küçük hocalar, hatta bütün talebe bana bir nazar-ı takdir ile baktılar.

Bu Kaptanpaşa rüştiyesinde şöyle böyle bir tehzip ediniyorduk. Ulum-u iptidaiye olsun az çok öğreniyorduk. Ben devama başlayalı henüz birkaç ay bile olmadan muharebe münasebetiyle muhacirleri iskân edebilmek için bu mektep kapandı. Ondan sonra biz, hep çocuklar uzun müddet mektepsiz kaldık. Moskoflar Ayastefanos'a kadar geldiler, İstanbul perişan bir halde idi. Küçük, 17