— Gelmiş iki candar (Jandarma) bizim kulubaya, sorarlar anamdan hökümatça bir sival... Ha bilmez oda ne cuvap etsin!
Jandarma sözünü duyunca Etem, telâşla,
— Ben -dedi-, vanp bakayım, ne isterler, sonra gene gelirim.
Etem gittikten on dakika sonra gülerek geldi; dedi ki:
— Bana getirmişler bir celep!
— Ulan, sen kasap mısın, koyun tüccarı mı, celeplerle senin ne işin var?
— Diyil üyle celep... Bu celep gelir hökümattan... Kavas (mübaşir) getirmiş, bırağmış candar karakoluna, onlar da ulaştırmışlar bizim çadırlara.
-Kuşağının arasındaki celbi çıkarıp bana uzatarak-: Te süylemez bu meret bana, hafızla (oku) bakalım sen şu celebi de ne karalamışlar içinde anlayalım!
Kağıda biraz göz gezdirdikten sonra,
— Ulan -dedim-, bu celep değil, celp, celp...
Seni r........ den istiyorlar. Hani, Tornavida Hasan senin ....... uyarmamış mıydı, işte onun için...
— .... ..lah razı olsun hökümattan... O nasıl yarmı .....m kafacığımı, şinci de yakalasınlar kuyruğundan onu da tıksınlar deliğe, o da görsün nineciğinin kirmanını!
Bugün Etem'e gelen celpten biraz sonra hiç ummadığımız bir şey oldu. Hasta annem, bâhçe üstündeki odada öğle uykusu kestiriyor; Etem, bahçedeki baklaların, enginarların diplerini kabartıyor; ben de havuz etrafındaki lâvantinlerin uzayan dallarını makasla düzeltiyordum.
Bu aralık, sokak kapısı acı acı çalındı. Elimden