— Peki, derdin nedir şimdi, söyle?
— Geldi gene şinci benim sevgilim gözümün önüne!
— Kim senin sevgilin, Gülizar mı?
— Ha ha! Gülizar dökmez onun eline su!
— Yoksa Nazlı mı?
— Ha ha! Nazlı onun yanında kalır lokmacı kocakarı!
— Anladım şimdi... Hazinedar'daki Deli Sümbül!
— Amma da yaptın ha, elinimetlim efendim, Gâvur Etem, kaldı kaldı da üyle timarhane kaçkınlarına mı kaldı?...
— Peki, kim öyleyse sevgilin, söyle de biz de öğrenelim!
— Amma, kalacak sana bu sır!... Deyivermeyeceksin kimseciklere... Zere duyarsa bizim karı bu sırrı, yıkılır çadır başımıza!..
— Peki, bende kalacak... Kimseye söylemeyeceğim!
— Et bana bir yemin bakayım!
— Vallahi, billahi!...
Ağır ağır elini koynuna sokup kulakları halkalı, kolları bilezikli, yüzü benler içinde ve çikolata renkli, balık etinden, ceylân bakışlı bir arap çingene kızı resmi çıkardı:
— Bunun adı nedir Etem?
— Buna derler Sitti Makbule!...
— Sen bunu nereden tanıyorsun?
— Bu kadar üğrendin ya... Bırağ ötesini şinci... Sırası gelinces oralarını da hikâyetlerim zatınıza! Şinci ben, kendisinden geçende gizlice bir mektup