Sayfa:Çingeneler - Bilgi Yayınevi 1972.pdf/109

Bu sayfa istinsah edilmiş

Şimdi, çingene yürürken hep ikide bir, göğsünü kabartarak belindeki bu yeni, alaca kuşağa(!) bakıyor ve arada bir, çözülmesin diye onu eli ile yokluyordu. Biraz yürüdükten sonra dönüp bana sordu:

— Abe efendi ağa! Süyle şincik bana ki, sen mi daha kabadayı imişsin, ben mi?

— Sen benden daha kabadayı imişsin köpoğlu!...

— Yok, estayaforla (estağfurullah) ille velâkin yerine göre sen, yerine göre de ben değil mi?...

— Anlaşılan sen yılana şerbetli imişsin galiba! !

— Hay yaşayasın çakır gözlün ile beraber son İdrelleze kadar! (Kıyamete kadar) nasıl da bildin işin iç yanını!

— Kim içirdi sana bu şerbeti?

— O, uzun bir masaldır. Amma, mademki, sorarsınız, anlatayım size onu da kısaca...

Baktım ki, çingene martavalı, tıraşı uzatacak, hemen lafı değiştirdim:

— Sen şimdi bırak masalı da, bu belindekini ne yapacaksın, yoksa onu da çadırda terbiye edip sonra İstanbul sokaklarında ayı, maymun oynatır gibi oynatacak mısın?

— Aaah... O cenabet oynamaz kolay kolay. Onu oynatırlar Hindiyanın Çinimaçin taraflarında amma, biz bilemeyiz, nasıl yaparlar bu işi?

— Peki... sen ne yapacaksın onu şimdi?

— Ben onu götürürüm bizim çadırlara... Vardır bizim birtakım kocakarılar ki, onu atarlar te büyle bayılmış bir halde bir çanağın içine... Kaparlar ağzını çanağın bir kapakla... Koyarlar onu herhangi bir yere, atarlar içine sonracığıma birtakım kokulu otlar,

çıkarırlar onun gömleğini sırtından önce... sonra

111