Sağduyu Tanrısızlığın İlmihali/İlahiyatçıların Öğrettiği ve Uyguladığı Biçimiyle Hıristiyan İyilikseverliği Nasıl Bir Sonuç Doğurur

Teolojik erdemlerin verimsizliği, teolojistlere hatırlatıldığında, Hıristiyanlığın iyilikseverliği ümmetine bir esas görev kıldığını, bu hemcins sevgisini ve sevecenliğini bize tantanayla anlatırlar. Ancak, heyhat, hüdanın göstericilerinin (yani rahiplerin ve genellikle ruhanilerin, hatta peygamberlerin vb.) yaratılışları, bunların hal ve hareketleri incelenince, bu güzel şeyler neye varır?

"Bir tanrısız, bir inançsız olduğu, yani kendileri gibi düşünmediği zaman, hemcinsini sevmek ya da ona iyilik etmek gerekmez mi?" diye onlara bir kez sorunuz. "İzledikleri dinin görüşlerine hoşgörü göstermeli mi, göstermemeli mi?" diye onlara sorunuz. "Sapkınlar hakkında hükümdar merhametli davranmalı mıdır?" diye onlara sorunuz. İyilikseverlikleri hemen yok olur. Zorba ruhban size, "Hükümdar ancak 'zatı ecellü âlâ'nın çıkarını korumak için kılıç taşır" karşılığını verir. Ruhban size, hemcinse sevgi gereği olarak, onu (kendileri gibi düşünmeyeni) yok etmek, hapsetmek, sürmek, yakmak gerektiğini söyler.

Hoşgörü (yani vicdan ve düşünce özgürlüğüne saygı) ancak, kendileri de saldırıya uğramış olan ve kendileri de iktidara sahip olur olmaz Hıristiyanlığın sevecenliğini bertaraf ederek, başkalarını ezmeye, başkalarına karşı saldırganlığa başvuracak olan birkaç rahipte bulunur.

Başlangıçta dilenciler ve yoksullar tarafından sevecenlik olarak vazedilen ve yayılan Hıristiyanlık dini, sadaka vermeyi çok hararetli bir şekilde över ve öğütler. Muhammed dini de, sadaka vermeyi en gerekli görev sayar.1 Mutsuzların yardımına koşmak, çocukları giyindirmek, her muhtaç olana yardım eli uzatmak, hiç kuşku yok ki, insanlığın şanındandır. Bundan daha insancıl bir şey yoktur. Ancak, sefaletin önünü almak ve yoksulların artmasına engel olmak daha insancıl, daha merhametli, daha iyiliksever olmaz mıydı? Eğer din, hükümdarları tanrılaştıracak yerde, onlara uyruklarının hukuki tasarruflarına saygı göstermeyi, adil olmayı, yalnız yasal hukuku kullanmayı öğretseydi, ülkelerinde bu kadar çok dilenci görülmezdi. Açgözlü, adaletsiz, zorba bir hükümet, sefaleti artırır; vergilerin şiddet ve ağırlığı acı ve bezginlik, tembellik, yoksulluk getirir. Bunlar ise, hırsızlıklar, cinayetler ve her türden katiller doğurur. Hükümdarlarda daha çok insanlık, sevecenlik ve hakkaniyet olsaydı, ülkeleri, sefaletlerini hafifletmesi olanaksız olan bu kadar yoksul, bu kadar mutsuzla dolu olmazdı.

Hıristiyan ve Müslüman ülkeler yaygın ve zengin donanımlı hastanelerle doludur. Bu hastanelerde bunları yaptıran kralların ve sultanların, Tanrı korkusuyla yaptığı bağışlar, şaşkınlıkla görülür. Zorbaca bir boyunduruk altında halkı ezip, çılgın bir zevk ve ihtişamı tatmin etmek için onları yoksullaştırdıktan sonra sefalete düşürülen halkın çok az bir kesimini alabilecek muhteşem binalar yapmaktansa, bu halkı iyi yönetmek, refah sağlamak, sanayi ve ticareti geliştirmek, kolaylaştırmak, halkın çalışmasının ürünlerini tam güvenlikle toplamasını sağlamak, daha çok insancıl olmaz mıydı? Din, (sözde) erdemleriyle insanları aldatmaktan başka bir şey yapmamıştır; dertlerin önünü almak için, hiçbir zaman etkisiz ilaçlardan başka bir şey kullanmamıştır.

Allah'ın göstericileri, başkalarının felaketinden kendileri için yararlanmayı hep bilmişlerdir. Genel sefalet, denilebilir ki, onların sermayesi olmuştur. Onlar her yerde yoksul mallarının yöneticileri, yardım ve sadaka dağıtıcıları, bağış teslim memurları olmuşlardır. Bu vesileyle çoğu kez en kalabalık, en çok çalışan, toplumda karışıklık çıkarmaya en çok elverişli kesim olan mutsuzlar, sefaletzedeler üzerinde nüfuzlarını genişletmiş ve sürdürmüşlerdir. Bu bakımdan, en büyük dertler, mevlânın göstericilerinin, yani papaz, hoca, haham gibi ruhanilerin çıkarına hizmet eder.

Hıristiyanların rahipleri bize, "Sahip olduğumuz mal ve mülk, fukaranın mal ve mülküdür" derler ve bu itibarla tasarruflarının kutsal olduğunu ileri sürerler. Bundan dolayı hükümdarlar ve halk, bu ruhanilerin elleri altına tarlalar, gelirler, paralar toplamaya ve vermeye girişmişlerdir. Hayrat ve iyilikseverlik bahanesiyle, bizim ruhani rehberlerimiz çok zengin olmuşlardır.2 Ve özellikle mutsuzlara, sefaletzedelere mahsus olan mal ve mülkten, yoksul düşmüş milletlerin gözleri önünde nimetlenir, varlık içinde yaşarlar.3 Yoksul milletler ise (akıl ve mal bakımından yoksul milletler) bundan dolayı şikâyette bulunmak şöyle dursun, kiliseyi zenginleştiren ve yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye ender olarak hizmet eden bu cilalı cömertliği alkışlarlar.

Hıristiyanlığın ilkelerine göre, yoksulluğun kendisi bir erdemdir4 ve hükümdarların ve rahiplerin esirlerine en sıkı bir şekilde boyun eğdirdikleri erdem de budur. Bu ilkelere göre, birçok sofu Hıristiyan, dünyanın sürekli olmayan servet ve zenginliklerinden kendi istekleriyle vazgeçti. Baba mirası mal ve mülklerini yoksullara dağıttılar, kendi istekleriyle yoksulluk ve hastalık içinde yaşamak üzere çöllere çekildiler. Ancak çok geçmeden bu şevk, sefalete duyulan bu doğaüstü zevk, yerini, doğaya (yani doğal zevk ve eğilime) bırakmak zorunda kaldı. Bu istekli yoksulların halefleri, ibadetlerini ve tanrısallık katındaki aracılarla ilgili etkinliklerini sofu halka satmışlardır. Bu şekilde, dünyayı terk edip bir köşeye çekilenler, yalnızlığı sevenler, işsizlik içinde tembel bir hayat yaşadılar, hayrat ve iyilikseverlik (yani dini sevecenlik) bahanesiyle yoksulların kanını hayasızca emdiler.

Dinin en çok önem verdiği yoksulluk, akıl yoksulluğudur. Her dinin esas erdemi, yani din göstericilerinin en çok işlerine yarayan erdem, imandır. İman, tanrısallığın tercümanlarının yararı olan şeye incelemeden körü körüne inandıran sınırsız bir bönlükten ibarettir. Bu erdemin yardımıyla, rahipler, doğrunun ve batılın, iyiliğin ve kötülüğün hakemi oldular; yarar sağlamak için, gerektiğinde cinayetler işletmek, onlar için çok kolay oldu. Örtülü iman (yani, kendiliğinden eylem ve uygulamaya dönüşen iman), yeryüzünde yapılmış en büyük suikastlerin kaynağı olmuştur.5

1 Muhamed'in dininin sadaka vermek hakkındaki hükümleri ve vasiyetleri Mehmet Arif Bey merhumun Binbir Hadis adlı kitabında 6, 23, 147, 149, 150, 422, 436, 438, 516, 517, 526, 555, 624, 639, 643, 765 No.lu hadislerde ve bunların geniş çevirilerinde bulunur. (A.C.)
2 Esquisse de l'Histoire Universelle, M.C. Wells adlı kitabında şöyle diyor: "Sumer'in ve Aaccad'ın ilk günlerinde çeşitli medinelerin (Cité) kralları, kraldan çok rahip ve tabip idiler; ancak yabancı fatihler nüfuzlarını yürütmek istedikleri zaman, rahiple kral arasındaki fark, kötü bir şekilde ortaya çıktı. Ancak, Allah, ülkenin, kralların, rahiplerin hükümdarı olmaya devam etti. Allah evrenin bir türlü meliki idi. Mabetlerinin, dini kuruluşlarının servet ve zenginlikleri krallarınkinden çoktu. (Bu servet ve zenginliğin sahibi Allah'tı. Ancak bunları rahipler kullanırdı.)" Adı geçen eser. s. 100, 101. (A.C.)
3 Avrupa'da ve Amerika'da da, henüz çok yüzeysel olan düşünce özgürlüğüne rağmen, bugün daha ruhban sınıfı çok güçlü ve çok zengindir ve hükümette nüfuzları büyük ölçüde geçerlidir. "Messagerie Maritime" vapurları "Crédit Lyonnais" bankası vb. cizvitlerindir. Lehlerinde yazdırmak ve aleyhlerinde yazdırmamak için, Avrupa ve Amerika basınına her yıl milyonlar vermektedirler. (A.C.)
4 Müslümanların görüşü de bu merkezdedir; Hz. Muhammed'in "elfakru fahri" dediği delil gösterilerek ve bundan dolayı, yoksulluğun övünülen, onur duyulan olması gerektiği sanılır.
5 İslamiyet Tarihi adlı çeviri eserimizin ikinci cildinin "İsmaililer" bölümüne bakınız. Hasan Sabah, öğrenicilerinin (telmizlerinin) imanını en müthiş silah olarak kullanmış ve Doğu dünyasını kana bulamıştır. "Helâgû Han" Elmute kalesini zaptedinceye kadar "Haşşaşin"in öldürülmesi nüfusa devam etmelerine engel çıkmamıştır: Katil kelimesi, Fransızca "Assassin" kelimesinden (Haşşaşin) alınmıştır, İsmaililere Haşşaşin de derler. (A.C.)