Rübâb-ı Şikeste/Zekâ
Zekâ tefelsüfe mâ'ildi... Muttasıl düşünür.
Okur, okur ve o hatmettiği resâ'ilden
Birer hulâsa-i hikmet yapardı; sonra gelen
Gelen geçen ne kadar âşinâsı varsa tutup
Mütâlaâtını söyler: Filân nasıl düşünür,
Nasıl yazar, nasıl icmâl ü ictihâd eyler,
Bütün bu şeyleri tekrâr ederdi... Gâh unutup
Gurûr-ı hikmeti, şâirlenirdi; ben ekser
Onun bu hâlini tercih eder de beklerdim
Ki bir neşîde sünûh eylesin hayâlinden.
O gün o şi'rini elbet gelir okurdu bana:
"Bu şi'ri fikrime kimdir bilir misin mülhim?
"Hakîkat... Âh hakîkat! Onun zılâlinden
"Vücûda gelmişe benzer hayât, rûh, zekâ.
"Ne der güzelliği tarif ederken Eflâtun:
"Güzel hakîkatin enmûzec-i letâfetidir...
"Bu söz bu işte hakîkatlerin hakîkatidir.
"Hakîkat, âh hakîkat; onunladır meşhûn
"Bütün şu âlem-i câmid; o bir nefes gibidir
"Ki her vücûd-ı cemâdîye bir hayât verir;
"O bence rûh-ı şu'ûn-âferîn-i hilkattir.
"Oku, önündeki manzûme bir hakîkattir;
"Hayâle benzetiyorsun, ya anlamazsın ki...
"Bu bir hakîkat-i mü'lim, hakîkat-ı mübkî
"Şi'r demem, ne için yazdığım neşîdelere?
"Ya şi'ri bir tutuyorlar hayâl-i bâtıl ile;
"Benim hakikate hasr ettiğim büyük esere
"Geçende -şi'r!- diyorlardı birtakım cehele..."
Yolunda bir de harâretli nutk edip irâd
"Şi'r değil!" diye bühtân ederdi ber-mu'tâd
Hayâl ü his ile mâlî güzîde bir gazele...
Evet, bu dâr-ı hakâyıkta her eser mutlak
Şikâr-ı nâhun-ı tenkîd olur; zekânın da
Günün birinde bütün sânihâtı yoklanacak,
Ve hep o felsefe hulyâları miyânında
Hayâtının kalacaktır yegâne mâ-hasalı
Hayâl ü his ile mâlî güzîde bir gazeli!..