Pervin Buldan'ın 4 Kasım 2017 Demokratik Siyasete ve Basına Özgürlük Paneli açılış konuşması
Bir asrı devirecek olan Cumhuriyet tarihine baktığımız zaman bu ülkede fikirleri ve aidiyetleri ile yer bulmaya çalışan, hak ve adalet talebiyle mücadele yürüten halk kitleleri üzerinde devlet erkinin kurmaya çalıştığı tahakküm ve bu tahakkümden doğan şiddet, militarizm, savaş ve çatışma durumu ile süregiden bir yıkım tarihini gözlemleriz. Koskoca bir asır ve ne yazık ki koskoca bir asır içerisinde hiç vazgeçilmemiş bir baskı ve şiddet dili, yol ve yöntemi. Bizler bu tarih kesitinin hangi dönemine bakarsak bakalım hep aynı şey ile karşılaşırız. Devlet yegâne güçtür ve her şeyi devlet bilir. Devlet neyi bilip, neyi münasip görüp neyi kararlaştırmışsa doğru olan odur. Farklı dönemlerde yürürlüğe konulan her türlü zor politikası ve baskı rejimi devlet gerekli gördüğü için haklıydı ve meşruydu. Bu devlet aklı "şarka" toplu ölümler konsepti ile giderken de, faili meçhul cinayetleri, köy yakma uygulamalarını devreye sokarken de, İstiklal Mahkemelerini, DGM’leri, Ağır Ceza Mahkemelerini yargı sistemi olarak benimserken de haklıydı. “Bu böyle olmaz demokratikleşmek şart, Yeni Türkiye şart” derken de, çözüm sürecine dahil olma kararı verirken de hangi yolu seçmiş olursa olsun haklıydı ve yegâne doğru kendisiydi. Bir yandan siyasi partileri kapatırken diğer taraftan siyasi bir güce ulaşmış kesimleri düz ovada siyasete davet eden devlet zihniyeti birdi ve her iki durumda da doğruyu o söylüyordu. Öte yandan devlet gücü karşısında hakkı gasp edilen, dili, düşüncesi yasaklanan, inkâr edilen, dışlanan kısacası ezilen tüm kesimler büyük resimde birer görünmezdiler. Görünür olmaya kalkan, itiraz eden, ezilmişliğin her türüne başkaldıranların ise devlet literatüründe yaftaları malûm olduğu üzere hazırdı. Vatan haini, bölücü, terörist, Ermeni uşağı ve son kertede “Zerdüşttü” bunlar.
Devlet aklı başka türlüsünü hiç düşünmedi
Barış, eşitlik, özgürlük, hak, adalet gibi insanlığın evrensel değeri hâline gelmiş talepler bizim dilimizde, eylemimizdeydi fakat bizler teröristtik. Baskı, öldürme, işkence, inkâr ve asimilasyon gibi dünya nezdinde insanlığa karşı ağır suçlar kapsamına giren söylem ve uygulamalar devlet gücü ile vuku buluyordu fakat bu güç her zaman için hem haklıydı, hem meşruydu ve hem de üzerine bir de mağdurdu. Yüzyıldır bu memlekette devletin bütün ideolojik aygıtları kurum ve kuruluşlarıyla, okullarıyla, medyasıyla Türkiye toplumuna bu yegâne “doğruyu” durmaksızın ezberletmeye çalıştı. Aksi bir ihtimale, bir düşünceye asla ifade olanağı, yaşam şansı verilmedi.
Bu devlet aklı ne yazık ki başka türlüsünü düşünmedi. Binbir renkli bir kültür mirasını bünyesinde barındıran o zengin toplum yapısını kucaklamayı, bin yıllardır yaşam kaynağı olan bereketli topraklarımızı barış yurdu haline getirmeyi bilemedi. Bunu sağlayacak uzlaşmacı, diyaloğa açık bir yol ve yöntemi tercih etmedi.
Bu asır zulmün olduğu kadar direnişin de tarihi
Bir asırdır toplum olarak devlet karşısında ne yaşadıysak son süreçte de tekerrür eden karar ve uygulamaların sonuçlarını yaşıyoruz. Yılların birikimi olunca belki de biraz katmerlisini... Ancak zalimin zulmü varsa halkın da direnme hakkı var. Hem de her yerde, her şekilde ve her zaman. Nitekim bu bir asır zulmün olduğu kadar direnişlerin de tarihidir. Ve bizleri bu noktaya kadar taşıyan, bu denli korkulan bir muhalefet gücü haline getiren de direniş tarihimizdir.
Bugün arkadaşlarımızın aramızdan alınışlarının yıldönümü. Ancak bildiğiniz üzere bu bir ilk değildi. Zulüm tarlasında zulüm biter! Kürt siyasal hareketi bu türden uygulamalara tarihin farklı dönemlerinde tekrar tekrar maruz bırakılmıştır. Parti kapatmalar ile, siyaset yasakları ile, tutuklamalar ve işkence ile ve daha da ağırı siyasi cinayetler ile Kürtlerin Türkiye siyasetinde var olma ve rol üstlenme mücadelesi süratle engellenmeye çalışılmıştır. Parlamentoya girmeye hak kazanan Kürt vekiller, biz sizin yakanızdan tutup sizi kapı önüne atacak olan gücüz bizi iyi görün dercesine, Kürt halkına siz ve sizin temsilcileriniz ensesinden tutularak bu ülkenin siyaset kapısının önüne bırakılacak kadardır dersi verircesine onur kırıcı görüntüler eşliğinde tasfiye edilmeye çalışıldılar. Ve ağır hapis cezalarına çarptırıldılar.
Kişileri alsanız da yol devam ediyor
Ancak kişileri alsanız da daha doğrusu aldığınız sanrısına kapılsanız da yol devam ediyor. Bu yolu yürüyenleri ve yürüyecek olanları bitirmek mümkün değildir. Nitekim Kürt siyasal hareketi daha da çoğalarak daha da güçlenerek yoluna devam etti. Kürt siyasi hareketi bir yandan hızla kitleselleşirken diğer taraftan tutuklama ve kapatılma gibi baskılar karşısında varlığını devam ettirme mücadelesini başarı ile yürüttü.
Tarihi bir fırsat heba edildi
2013 yılında tarihi önemde bir gelişme yaşandı. 2013 ile 2015 yılları arasında, İmralı Adası’nda cezaevinde bulunan Sayın Abdullah Öcalan’ın büyük çabasıyla, Kürt sorununun çözümü, onurlu bir barış ve Türkiye’nin demokratikleşmesi için tarihi bir fırsat yakalandı. Çözüm süreci olarak adlandırdığımız bir süreç başladı ve bizler de bu sürecin içerisinde bildiğiniz üzere aktif olarak yer aldık. Kalıcı onurlu bir barışın tesisi için çaba harcamaya koyulduk. Somut bazı adımların atılması aşamasına varmak üzereydik. Ancak ne var ki bu tarihi fırsat heba edilerek, İmralı Heyeti ile AKP Hükûmeti’nin 28 Şubat 2015 tarihinde deklare ettikleri Dolmabahçe Mutabakatı AKP Hükûmeti tarafından yok sayıldı. Tıpkı Kürt sorununda olduğu gibi çözüm sürecinde de inkâr yoluna gidildi.
Bu çerçevede, 5 Nisan 2015 tarihinden itibaren Sayın Öcalan’a yönelik ağırlaştırılmış bir tecrit uygulaması devreye sokuldu. Sanırım 2015 seçimlerinin öngörülebilir sonuçları bu durum üzerinde etkili oldu.
7 Haziran 2015 seçimlerine giderken Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) çok sayıda seçim faaliyeti engellendi, il ve ilçe örgütlerine yönelik yığınla saldırı düzenlendi. HDP’nin Mersin ve Adana il binalarına eş zamanlı bombalı saldırılar gerçekleştirildi. 5 Haziran 2015’te Diyarbakır’da yapılan seçim mitingimize yönelik olarak düzenlenen bombalı saldırıda 5 yurttaşımız yaşamını yitirdi, 400’e yakın kişi ise yaralandı.
Kendisini güvenceye almak isteyen iktidar rejim değişikliğinin elzem olduğuna karar verdi
Bunca saldırıya rağmen 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde HDP yüzde 13,2 oy alarak 80 milletvekili ile TBMM’de temsil hakkı kazandı. Bu bir ilkti çünkü HDP tüm zaman iktidarları için soluk borusu niteliğinde olan yüzde onluk barajı aşmıştı. Bu durum aslında Kürt sorununun TBMM çatısı altında çözülmesinin ve dolayısıyla çözüm sürecinin de hayata geçirilmesinin olanağını da sağlamış oldu. Ve fakat muktedirler bu tablo karşısında başka türlü bir yol izlemeyi tercih ettiler. Çünkü AKP tek başına hükûmet kurabileceği çoğunluğu kaybetti. Oysa iktidarı elinde bulunduranların bütün dünyanın gözü önünde ortalığa saçılan hâl-i vaziyetleri iktidar cenahı için herhangi bir şekilde iktidar ortaklığı ihtimalini rafa kaldırmıştı. Bu nedenle seçimden önce anayasayı tek başına değiştirecek, mutlak bir AKP iktidarını hedeflediğini ilan etmiş olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 40 günden fazla hükûmet kurma çabası görüntüleri servis edildikten sonra, yeni bir hükûmet kurulamayacağını gerekçe göstererek 1 Kasım 2015 tarihinde gerçekleştirilmek üzere erken seçim kararı aldı.
7 Haziran seçimleri öncesi HDP'ye yönelik olarak başlatılan saldırıları, çözüm sürecinin bitirilmesini, 1 Kasım seçimlerine de savaş konsepti ile gidilmesi takip etti. Nitekim ülkemizde savaş da bir seçim stratejisi olarak kullanılabilmekteydi ve hükûmet bu seçeneği kendisi açısından kullanışlı bir yöntem olarak seçti. Kendisini güvenceye almak isteyen iktidar gücü bir rejim değişikliğinin elzem olduğuna karar verdi.
Topyekun kaos ortamı örgütlendi
Buna göre gerekli olan her ne ise hukuk sınırları içerinde olsun olmasın o uygulanacaktı. Hukuk risk ise hukuk bertaraf edilir, parlamenter sistem risk ise parlamento işlevsiz hâle getirilir, muhalefet risk ise -ki bu tüm zamanlar için geçerli bir bilgidir- muhalefet dört bir koldan derdest edilir. Yöntem ise her zamanki gibi ne yolla olursa olsun meşrudur. Ölüm ise ölüm, tutuklamaysa tutuklama, işkence ise işkence, kapatmaysa kapatma, ihraçsa ihraç, kayyumsa kayyum, darbeyse darbe... İşte böylesi bir süreçte tek başına iktidar olmak için topyekûn bir kaos ortamı örgütlendi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 28 Temmuz 2015 tarihli konuşmasındaki, "Parlamento, bence gerekli değerlendirmelerini yapmalı. Bunları dokunulmazlık zırhından arındırmak suretiyle de 'terör örgütüyle iş mi tutuyorsun, senin sırtını dayadığın yer terör örgütü mü? Bunun bedelini ödeyeceksin ve bunu ödetmeli. Yapılması gereken budur diye düşünüyorum." ifadelerini kullanmasının ardından HDP’ye yönelik olarak siyasi operasyonların startı verilmiş oldu.
Temmuz 2015’ten itibaren yapılan siyasi operasyonlarda çoğunluğu HDP ve bileşeni partilerin yönetici ve üyeleri olmak üzere on binden fazla kişi gözaltına alındı, üç bine yakın kişi tutuklandı. Ve devamla HDP’li milletvekilleri hakkında çok sayıda fezleke düzenlenip TBMM Başkanlığı’na gönderilmeye başlandı. Siyasi operasyonlara paralel olarak HDP’nin yüksek oranlarda oy aldığı 11 il ve 45 ilçede sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bu süreçte, İnsan Hakları Derneği ile Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın verilerine göre 78’i çocuk 71’i kadın olmak üzere en az 322 sivil yaşamını yitirdi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin hazırladığı raporda ise bu süreç boyunca yaklaşık 2 bin kişi yaşamını yitirmiş, 500 bin kişi yerinden edilmiştir. 1 Kasım 2015 Milletvekili Genel Seçimlerine gidilirken HDP il ve ilçe örgütlerine, bunların eylem ve etkinliklerine yönelik planlı ve organize bir şekilde 200'ün üzerinde saldırı düzenlendi. HDP'nin Genel Merkezi başta olmak üzere çok sayıda il ve ilçe binası yakıldı, tahrip edildi ve hatta yıkıldı. Tüm bu baskılara rağmen ve bütün seçim ilke ve kurallarının ayaklar altına alınarak yapıldığı 1 Kasım genel seçimlerinde HDP yüzde 10,7 oy alıp, yüzde 10 oranındaki seçim barajını tekrar aşarak 59 milletvekili ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmeye hak kazandı.
Tarih tekerrür etti
HDP’nin bu başarısının ardından tarih yine tekerrür etti. HDP’nin tasfiye edilmesine yönelik olarak HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması bir kez daha gündeme getirildi. 20 Mayıs 2015 tarihinde TBMM’de yapılan oylamada, Anayasa değişikliği ile haklarında fezleke bulunan milletvekillerinin fezlekeleri ile ilgili yargılanmalarının önü açıldı. Böylelikle yeni rejimin inşasının en kritik adımlarından biri, dokunulmazlıkların kaldırılması ile atılmış oldu.
15 Temmuz 2016’da birçok şaibe ve soru işaretleri ile dolu bir darbe girişimi gerçekleşti. Darbe girişiminin bastırılmasının ardından 20 Temmuz 2016’da Türkiye’nin tamamında Olağanüstü Hâl ilan edildi.
TBMM devre dışı bırakılarak tüm ülke OHAL ve Kanun Hükmünde Kararnamelerle yönetilmeye başlandı. OHAL ilanı ile birlikte iktidar gücü yargıyı tamamen kontrolü altına aldı. Demokratik mücadele yürüten muhalif tüm kesimler baskı altına alındı, HDP ve bileşenlerine yönelik operasyonlar daha da yoğunlaştırıldı. Demokratik Bölgeler Partisi’nin 102 belediyesinin 94’üne kayyum atanarak 75 belediye eş başkanı ve başkanvekili tutuklandı. Ardından atanan kayyumlar büyük bir hızla çok sayıda il ve ilçedeki büstleri, heykelleri kaldırmaya, park ve cadde isimlerini değiştirmeye soyundu.
Son 15 yılda Kürt kültür ve kimliği ile ilgili ne varsa yıkılmaya çalışıldı. Bir diğer taraftan iktidar ideolojisi ile gönül bağı olmadığı düşünülen binlerce emekçi ya açığa alındı veya ihraç edildi. İktidarın medya aynasını kullanmayan onlarca basın yayın organı ve TV kanalı kapatıldı. Ve bunla birlikte gazeteci, düşünür ve yazarlar hızla tutuklanmaya başlandı. Kısacası başarılı olmuş bir darbenin bütün yaptırımları bizzat hükûmet eliyle devreye sokuldu. Parlamentoya yapılacak esas darbe öncesi muhalif basının halkı bilgilendirmesinin önü alındı. Ve takiben dokunulmazlıkları düzenleyen Anayasa değişikliğinden 5 ay sonra, 4 Kasım 2016 tarihinde HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş ile birlikte 11 milletvekilimiz gözaltına alınıp tutuklandı.
HDP Eş Genel Başkanları ile milletvekilleri cezaevinde tutulurken, 16 Nisan 2016 tarihinde demokratik meşruiyeti ve hukuka uygunluğu son derece tartışmalı olan Anayasa değişikliği referandumu yapıldı. Çok sayıda usulsüzlüğün yaşandığı Anayasa değişikliği referandumu ile Türkiye Cumhuriyeti'nde rejim değişikliğine gidildi, kuvvetler ayrılığı ilkesi tamamen ortadan kaldırıldı, tüm yetkiler tek bir kişide toplanarak, Meclis sembolik bir mekân hâline dönüştürüldü.
4 Kasım 2016’dan bu yana Eş Genel Başkanlar dâhil olmak üzere 15 HDP milletvekili tutuklanmıştır. 9 milletvekili ise hâlâ cezaevindedir. Bu süreçte 27 milletvekili, bir kısmı birden fazla olmak üzere, gözaltına alınmış ve serbest bırakılmışlardır. 20 Mayıs 2016’da Anayasa’da yapılan değişiklikle 59 HDP milletvekilinin 55’i hakkında 510 fezlekeden soruşturma yürütülmeye başlanmıştır. HDP milletvekilleri hakkında, 2007 yılından 2015 yılına kadar geçen sekiz yıllık süreçte 182 fezleke hazırlanmıştır. Ve fakat 80 milletvekili ile Meclise girdiği 7 Haziran 2015 seçimleri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 28 Temmuz 2015’deki "dokunulmazlıklar kaldırılmalı" ve "bedelini ödemeliler" açıklamalarından sonraki 10 ay gibi kısa bir sürede 328 adet fezleke hazırlanarak bu sayı 510’a ulaşmıştır. Kısa bir zaman zarfında hazırlanan bu 328 fezlekenin 154 adedi, Anayasa değişiklik teklifinin Meclis’e sunulduğu 21 Nisan 2016 ile kabul edildiği 20 Mayıs 2016 tarihi arasındaki bir aylık döneme denk gelmektedir. Dokunulmazlık düzenlemesi ile yasama sorumsuzluğunu askıya alacak şekilde, Anayasa’ya aykırı olarak milletvekili yargılamalarına başlanmıştır. Sadece tutuklu milletvekillerinin cezaevlerinde bulundukları bir yıllık süreçte 309 duruşması yapılmıştır. Bu hukuksuz yargılamalar sonucunda HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’a siyaset yasağı getirilerek milletvekilliği ve Eş Genel Başkanlığı düşürülmüştür. Yine Diyarbakır milletvekili Nursel Aydoğan ve Siirt milletvekili Besime Konca’nın milletvekillikleri verilen cezalar nedeniyle düşürülmüştür. Van milletvekili Tuğba Hezer ve Şırnak milletvekili Faysal Sarıyıldız’ın milletvekillikleri ise, Meclis tarihinde emsali olmayan bir uygulama ile devamsızlık gerekçe gösterilerek düşürülmüştür.
Yasama dokunulmazlığı kişisel bir ayrıcalık değildir
Yasama dokunulmazlıkları kişisel bir ayrıcalık değil, Meclis’in halk iradesiyle teşkil edilmiş aritmetiğini, varlığını, faaliyetini ve özellikle iktidar karşısında muhalefetin temsilini koruyan bir kurumdur. Yasama dokunulmazlıklarının düzenlenmesi, Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi süreçten bağımsız bir hukuki işlem değildir. Bu düzenlemeyle, bir siyasi partinin örgütlenme ve siyaset yapma özgürlüğü, milletvekillerinin seçilme ve milletvekili kalabilme hakları ve her bir fezlekeyle de ifade özgürlüğü ihlal edilmiştir.
Anayasa Mahkemesi ise tüm bu süreçte milletvekillerinin tutuksuz yargılanmalarına dair içtihatları olmasına rağmen tamamen hukuk dışı bu durum karşısında üç maymunu oynamakta ve hiç yokmuş gibi davranmaktadır.
Milletvekillerimiz üzerindeki baskı ve yıldırma politikaları ve hukuk dışı uygulamalar bunlarla da sınırlı kalmıyor maalesef. Henüz birkaç gün önce ortaya çıktığı üzere Adalet Bakanlığı Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiği "gizli" ibareli belgede Sayın Selahattin Demirtaş'ı "silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan militan konumunda olan tutuklu" ifadesini kullanarak Sayın Demirtaş hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına gayet emir buyuran bir şekilde kesin hükmünü bildirmiştir. Kaldı ki Sayın Demirtaş’ın birçok dosyasına erişim yasağı bulunmaktadır. Hakkında verilen kararların birçoğunda gerekçe yoktur. Ve bugün itibariyle aradan tam bir yıl geçmesine rağmen Sayın Demirtaş hâlâ yargı karşısına çıkarılmamıştır.
Yine Sayın Figen Yüksekdağ'ın tutukluluğunun üzerinden 8 ay geçmesinden sonra hâkim karşısına çıkarılabilmiştir. Ve bu davada kaçma şüphesi bulunduğunda tutukluluğunun devamına karar verilmiştir.
Katıldığı bir anma dolayısıyla dokunulmazlığı devam ederken Sayın Yüksekdağ hakkında hukuka aykırı bir şekilde 10 ay hapis cezası verilmiştir. Verilen mahkûmiyet kararı bir yılın altında olmasına rağmen, mezarlıkta bir anmaya katılma fiili terör suçu sayılarak Sayın Yüksekdağ'ın vekilliği, Eş Genel Başkanlığı ve parti üyeliği ulusal ve uluslararası mevzuata aykırı bir şekilde düşürülmüştür.
Bir diğer taraftan gerek içeride gerek dışarıda olsun sayın milletvekillerimiz ile ilgili olarak birçok hak kısıtlamasına gidilmiş, farklı farklı konularda kişisel ve kanuni hakları da gasp edilmiştir. İşte son olarak geçenlerde hepimizi insanlığımızdan utandıracak faşist bir girişim hepimizin tanıklığında yaşandı. Çünkü cezaevinde olmak yetmiyor, tatmin etmiyor bazı faşizan duyguları. Daha birçok insani haklarımızdan edilerek siyasi erki elinde bulunduranların en ilkel, en yoz duygularının tatmin edilmesi çabası etrafımızda kol geziyor. Sayın Aysel Tuğluk'un rahmetli annesinin cenazesine yapılan örgütlü saldırı bunun izahıdır. Acınızı dahi insanca yaşayamamanızı arzu edip bu arzu hasebiyle gürûhları örgütleyip cenaze törenine saldırtacak kadar alçalmış bir dürtüsellik ile karşı karşıyayız.
Hukuk devletin sopası hâline geldi
Kuşkusuz mahkemeler Kürt sorunu ve diğer birçok toplumsal meselenin çözüm yeri değildir. Olmadığı gibi bu sorunların çözümüne giden yolda mahkemeler sorunların çözümsüz bırakılması işlevlerini yerine getiren birer araca dönüştürülmüşlerdir. Hukuk mercii maalesef ki adaleti sağlama işlevinden yoksunlaştırılmış, devletin sopası hâline getirilmiştir. İşte 4 Kasım 2016 tutuklamaları da siyasi bir iradeye yönelik olarak geliştirilen darbe ile mahkemelerin bu işlevini yerine getirdiği son siyasi hamlelerden birisidir.
Siyasi iktidar karşısında resmî hizaya geçecek bir siyasi hareket değiliz
Dolayısıyla bu tutuklamalar ve sonucunda devam eden davaları hukuki bir mesele olarak düşünmemiz ve bu minvalde değerlendirmemiz mümkün olmadığı gibi gerçek dışı olacaktır. Ve bizler yani Kürt siyasi hareketinin temsilcileri ve demokratik bileşenlerimiz olarak partimiz kapatılacak diye ya da tutuklanacağız, parlamento dışında bırakılacağız diye devlet erki ve siyasi iktidar karşısında resmî hizaya geçecek bir siyasi hareket değiliz.
Yinelemek isterim ki bizler gücümüzü tamamen tarihsel direnişimizin inşasından ve haklılığımızdan alıyoruz. Bu nedenle her zaman olduğu gibi siyasi baskılar ve sindirme uygulamaları karşısında asla diz çökmedik, çökmeyeceğiz. Bizim barış ülkesini kurmak, bu ülkede onurlu, adil bir yaşamı inşa etmek gibi çok kıymetli bir hayalimiz var. Dolayısıyla bu hayale dair inancımızdan ve mücadelemizden kimden ne gelirse gelsin asla vazgeçmeyeceğiz, yürüyüşümüze aynı kararlılıkla devam edeceğiz.
Kaynak: "Buldan: Tutuklanacağız, parlamento dışında bırakılacağız diye siyasi iktidar karşısında hizaya geçecek bir siyasi hareket değiliz". Halkların Demokratik Partisi resmî web sitesi. 4 Kasım 2017. 19 Ekim 2019 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 4 Kasım 2017.
|