Osman Kavala'nın 5 Şubat 2021'deki savunması
Üzerime atılan kurgulanmış, sanal suçlardan dolayı 39 aydır aralıksız olarak tutuklu bulunuyorum. 1 Kasım 2017 tarihinde iki suçlamayla tutuklanmıştım. Gezi olaylarını organize ederek ve yöneterek hükûmeti devirmeye, 15 Temmuz darbe girişimine destek vererek de anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs ettiğim iddia edilmişti.
İki olayla ilgili olarak aynı anda tutuklanmış olmam, iddia makamının bu iki olay arasında bağlantı olduğuna inandığını gösteriyordu. Ancak bağlantı bulunamadığı için olacak tutuklanmamın üzerinden 16 ay geçtikten sonra Gezi iddianamesi hazırlandı.
Tutuklanmamın üzerinden 23 ay geçtikten sonra, hâlâ iddianamesi hazırlanamamış olan 15 Temmuz darbe girişimini destek suçlamasından ise savcılık re’sen tahliye kararı verdi.
Gezi iddianamesinde, Gezi olayları sırasında biriktirilmiş, çoğu hukuksuz dinlemelere dayalı bulgular dışında, benimle ilgili hiçbir yeni delil olmamasına, AİHM’in 10 Aralık 2019 tarihli ihlal kararında iddianamedeki bulguların benim suç işlediğime dair makul şüphe uyandıracak nitelikte olmadıklarının belirtilmesine rağmen, dava beraatle sonuçlanana kadar davanın tek tutuklu sanığı olarak cezaevinde kaldım.
Gezi Davası’nda beraat kararının verildiği 18 Şubat 2020’de yargının işleyişinin doğal akışına uygun olmayan bir süreç başlatıldı:
Gezi Davası'nda beraat kararı verilmesinden birkaç saat sonra 15 Temmuz darbe girişimine destek olmak suçlamasıyla tekrar gözaltına alındım ve ertesi gün ifadem alınmadan yeniden tutuklandım. Bundan 20 gün sonra ise aynı dosyaya dayanan yeni bir suçlamayla, casusluk suçlamasıyla Emniyet ve Savcı tarafından sorgulanmadan tutuklandım. Arkasından, 15 Temmuz darbe girişimine destek olma suçlamasıyla ilgili tutukluluğum ikinci defa kaldırıldı. İlk tutuklanmamdan 3 yıl sonra, 29 Eylül 2020’de her üç suçlamanın bulunduğu iddianame mahkemenize sunuldu.
15 Temmuz darbe girişimi suçlamasından iki defa tahliye olmamın gösterdiği gibi, iddia makamı bu suçlamalara dayanak olacak olgu ve bulgu olmadığının farkındadır. AİHM’in 10 Aralık 2019 tarihli kararında da zaten sadece Gezi ile ilgili olanlar değil, 15 Temmuz darbe girişimine destek olmakla ilgili bulgular da incelenmiş, bunların neden makul şüphe uyandıracak nitelikte olmadıkları ayrıntılı biçimde açıklanmıştı. AİHM’in kararlarının uygulanmasını denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de, bu iki suçlamanın ve halen tutuklu olduğum “casusluk” suçlamasının aynı iddia ve bulguları içeren bir bütün oluşturduğunu belirterek derhal serbest bırakılmam için adım atılması gerektiği yönünde karar almıştır. Olayları ve olguları nesnel biçimde değerlendiren tarafsız bir gözlemcinin hiçbir dayanağı olmayan ve yasadaki tanımına aykırı biçimde kullanılan casusluk suçlamasının AİHM’in derhal tahliye edilmem yönündeki kararını boşa çıkartmak için kurgulanmış olduğunu anlayamaması olası değildir.
Suçlamalara dayanak olacak somut delil yokluğunda, iddia makamı bir takım komplo teorileriyle ve suçlamaları birbirlerinin kanıtıymış gibi iç içe geçirerek algı yaratmaya, bu şekilde yargıyı yönlendirmeye çalışmaktadır. İddia makamının öne sürdüğü iddialar olgusal temelden yoksundur, mantık kurallarına aykırı biçimde suçlamalar arasında irtibat kurulmaktadır. Böyle bir davranış ancak ideolojik yaklaşımla ya da iyi niyet eksikliği ile açıklanabilir. Amaçlanan, suçlu olduğum algısının canlı tutulması için tutukluluk halinin kesintisiz olarak devam ettirilmesidir. Yani, kamu yetkisini ve yasa maddelerini amaçlarına aykırı biçimde kullanarak, özgürlüğümün keyfi biçimde kısıtlanmasına gerekçeler yaratmaktır; özgür yaşama hakkımın gasp edilmesine yönelik sürekliliği olan bir eylemdir.
İstinaf Mahkemesi’nin bu duruşmadan kısa süre önce, iddia makamının talebine uygun olarak Gezi davasındaki beraat kararlarını bozması ve birbirleriyle ilişkisi olmayan insanların farklı edimleriyle ilgili davaların birleştirilmesi yönünde aldığı karar, Gezi protestolarıyla ilgili siyasi nitelikli iddiaların gündemde tutulmasına hizmet edecek ve mahkemenizin yetkisizleştirilmesi yoluyla çökmekte olan casusluk suçlamasının ömrünün uzamasına, buna dayandırılan tutukluluğumun kesintisiz devamına imkân sağlayacaktır.
Tahliye talebimin reddedilmesinde gerekçe olarak sayılan delillerin karartılacağı şüphesi makul bir şüphe değildir. Var olmadıkları için bugüne kadar bulunamayan delillerin karartılacak olmaları gerçeklikten tamamen kopuk sanal bir ihtimaldir.
Bugüne kadar, tutuklanmamın öncesinde ve sonrasında, sağlam gerekçeler olmadan yapılan tutuklamaların hak ihlali olduğuna, yargılamaların tutuksuz yürütülmesi gerektiğine dair görüşlerimi kamuoyuyla paylaştım. Tahliye olmam halinde adaletten kaçacağımın düşünülmesi ölçüsüz ve ön yargılı bir değerlendirmedir. Düşüncelerime ters düşecek ve tahliye edilmemle ilgili talepte bulunanları haksız çıkartacak bir davranışı aklımdan geçirmem dahi söz konusu olamaz.
Geçen zaman paralel bir cezalandırmaya dönüşen bu hukuksuz uygulamanın vahametini sıradanlaştırmamakta, daha da arttırmaktadır. Özgürlüğümden mahrum yaşadığım her geçen gün benim için daha önemli bir kayıp haline gelmektedir.
Bana yöneltilen suçlamaların dayanaksız olduğu gittikçe daha fazla aleniyet kazanırken, tahliye talebimin her reddedilişi bir öncekinden daha ağır bir hak ihlali oluşturmaktadır.
Kaynak: Osman Kavala'nın Savunmasının Tam Metni
|