Nutuk/16. bölüm/Cumhuriyetin ilânı üzerine halifeye yaptırılmak istenen rol ve halife lehinde yapılan neşriyat

Efendiler, aynı günlerde, İstanbul’da bulunan ordu müfettişlerimiz de gazetelere mülâkat vererek, muhtelif vesilelerle tertip olunan ziyafetlerde nutuklar irad eyleyerek izhâr-ı hissiyât ediyorlardı. Cumhuriyet’in ilânı üzerine İstanbul’da bazı zevât ve bazı gazeteciler, Halife’ye de bir rol yaptırmak hevesine düştüler. Halife’nin istifa ettiği veya edeceği hakkında gazetelerde rivayetler, tekzîbler neşredildi.

Sonra dendi ki: “Haber aldığımıza göre mesele böyle bir rivayetten ibaret olmadığı gibi, bir tekzîble halledilecek kadar basit de değildir. Muhakkak olan bir cihet vardır ki o da Cumhuriyet ilânının yeniden bir hilâfet meselesi ortaya çıkarmış olmasıdır.”

Halife, “yazıhaneleri başında oturdukları halde (!)” “Vatan” gazetesi muharririne beyânâtta bulunmuştur; diyerek, Halife’nin bütün müminler tarafından âsâr-ı teveccüh gördüğü, Asya’nın en ücra köşelerine varıncaya kadar âlem-i İslâm’dan binlerce mektup ve telgraf aldığı ve birçok mahallerden heyetler geldiği tarzında sözlerle hilâfet mevkiinin kolay kolay sarsılır bir mevki olmadığını anlatmaya çalıştıktan sonra, âlem-i İslâm’da itiraz vâki olmadıkça halifenin istifa edip çekilmeyeceği ilân olunuyordu. Aynı zamanda “Hükümet birçok dahilî mesâili tanzim etmekle meşgûl olduğundan şimdiye kadar, vezâif-i hilâfeti tespit ile iştigale imkân bulamamıştır. Hükümet’in dahilî mesâil ile çok meşgûl olduğunu âlem-i İslâm da elbette bilir ve şimdiye kadar vezâif-i hilâfet ile iştigale imkân bulunmamasını tabii görür.” cümleleriyle, bizi vezaif-i hilâfetin tespitine davet ederken, şimdiye kadar, bunu yapmadığımızı mazur gören âlem-i İslâm’ın, bundan sonra mazur görmeyeceğini de bildirerek, nev’ân-mâ, tehdit ediliyorduk. Bir taraftan da âlem-i İslâm’ın bu hususta, bize tesir yapması için nazar-ı dikkati celp edilmek isteniyordu. “Vatan” gazetesinin 9 Teşrinisani 1923 tarihli nüshasında okuduğumuz bu yazıları, 10 Teşrinisani 1923 günkü Tanin gazetesinde, Halife’ye yazılan bir açık mektup takip etti. Lütfü Fikri Bey’in olan bu mektupta, Halife’nin istifasına dair haberlerden, milletin ne kadar müellim ve bedbaht kalmakta olduğunu isbât için bir vapur hikâyesi uydurulmuştu. Vapurda oturanların, Halife’nin istifası haberine muttali olunca çehrelerine hüzün ve endişe çökmüş.. Biri birlerini tanımayanlar samimî görüşmeğe ve çok görüşmeğe başlamışlar... Müşterek endişe bunları bir dakikada dost etmiş...

Lütfü Fikri Bey “gönül istiyor ki bu istifa sözü ebediyen gömülsün kalsın.” diyor, çünkü “dünya için bir musîbet olur” muş...

Lütfü Fikri Bey, millete şunu da telkin ediyordu: “Hayretle ve teessürle görülmelidir ki bugün şu hazine-i maneviyeye (yani hilâfete) taarruz etmek isteyenler, hariçten kimseler, milel-i İslâmiye’den Türk’ü çekemeyenler değildir. Bizzat biz Türkler kendi elimizle bu hazinenin elimizden ebediyen çıkarılmasını intâc edebilecek teşebbüsâtta bulunuyoruz!”

... Efendiler, ecnebiler hilâfete taarruz etmiyorlardı. Fakat Türk milleti taarruzdan kurtulmuyordu. Hilâfete taarruz edenler, milel-i İslâmiye’den, Türk’ü çekemeyenler değildi. Fakat Çanakkale’de, Suriye’de, Irak’ta, İngiliz ve Fransız bayrakları altında Türklerle vuruşan milel-i İslâmiye idi. Türk milletine kolaylıkla taarruz etmek için mahfuziyeti tercih olunan hilâfetin, ortadan kaldırılmasını “Türklük için bir intihardır.” diye tavsif eylemek, hilâfeti ortadan kaldırmak için, biz, Türkler teşebbüsâtta bulunuyoruz, sözleriyle Cumhuriyet’in hedefini tasrih ve ilân etmek, şüphesiz tesirsiz kalmadı.

Lütfü Fikri Bey’in Tanin'de intişar eden açık mektubundaki nokta-i nazar, ertesi günü Tanin Başmuharriri tarafından teyid olundu.

11 Teşrinisani 1923 tarihli Tanin'in “Şimdi de Hilâfet Meselesi” unvanlı başmakalesi okununca, Cumhuriyet’in ilânına mâni olamayanların, hilâfet makamını, herçi-bâd-âbâd, tutâbilmek gayret ve faaliyetine geçtikleri anlaşılır. Bu makalede, Şehzade mektuplarını neşrederek, efkârı hanedan lehinde perverde etmeye çalışan Tanin'in, hanedan hukukuna karşı çirkin taarruz yapılmış ve bunu yapanın, Fırka’mızın hasü’l-has zümresinden bulunmuş olduğu ve hükümet-i cumhuriyeyi millet nazarında fena göstermek için, ne söylemek lâzımsa onlar yazıldıktan sonra, Halife’nin istifası şâyiasına temas edilerek “arkadan arkaya verilmiş bir karar karşısındayız.” deniyor ve “Millet Meclisi’nin bu kadar kayıt altında kaldığını, hariçte verilen kararları tescil mevkiine indirildiğini görmek cidden elîm oluyor.” sözleriyle, Meclis, aleyhimize teşvik ediliyor... Cumhuriyet ilânını kabul eden Meclis’in hiç olmazsa Hilâfet’in ilgasını, emr-i vâki yapmamasını temîne çalışılıyordu.

Tanin başmuharriri, hilâfet hakkındaki nokta-i nazar ve mütâlaasını şu satırlarla tespit ediyordu: “Hilâfet bizden giderse, beş on milyonluk Türkiye Devleti’nin, âlem-i İslâm içinde hiç ehemmiyeti kalmayacağını, Avrupa siyaseti nazarında da en küçük ve kıymetsiz bir hükümet mevkiine düşeceğimizi anlayabilmek için büyük bir dirayete lüzum yoktur. Milliyetperverlik bu mudur? Hakikî milliyet hissini kalbinde duyan her Türk makam-ı hilâfete dört el ile sarılmak mecburiyetindedir.”

Efendiler, hilâfet hakkındaki mütâlaatımı bundan evvel izah ettiğim için, bu sözleri burada tahlile lüzum görmüyorum. Ancak, makam-ı hilâfete dört el ile sarılmak mecburiyetinde bulunan bir şekl-i idârenin, bir şekl-i cumhuriyet olamayacağını anlayabilmek için de büyük bir dirayete lüzum olmadığını söylemekle iktifâ edeceğim.

Tanin'in başladığımız başmakalesinin daha bir iki noktasına nazarı dikkati celp edeceğim.

Hanedan-ı Osmanî’de kabul edilmiş ve binâenaleyh ve ilelebed Türkiye’de kalması taht-ı temîne girmiş hilâfeti elden kayırmak tehlikesini icat etmek, akıl ve hamiyet ile, hiss-i milliyet ile zerre kadar kabil-i telif değilmiş (!..)

Tanin Başmuharriri, kendisinin Cumhuriyetçi olduğunu ilân etmişti. Fakat öyle bir Cumhuriyetçi ki Cumhuriyet-i idârenin başında halife olarak Osmanlı Hanedanı bulunacaktır. Yoksa yapılan hareket akıl ve hamiyet ile, hiss-i milliyet ile zerre kadar kabil-i telif olmazmış... Hilâfeti, elimizden gitmesine zerre kadar imkân kalmayacak surette muhafazaya memur imişiz... Vücûdu meydana çıkan tertibât akîm kalsın imiş...

Efendiler, bu yazıların manası ve bu mütâlaalardan maksat ne olduğu bugün sühûletle anlaşılmaktadır. Yarın, daha bâriz bir surette anlaşılacaktır. Ensâl-i âtiyenin, Türkiye’de Cumhuriyet’in ilânı günü, ona en bî-rahmâne bir surette hücum edenlerin başında, Cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların ahz-ı mevki ettiğini görerek mütehayyir kalacağını asla farz etmeyiniz! Bilakis, Türkiye’nin münevver ve Cumhuriyetperver evlâdı, böyle Cumhuriyetçi geçinmiş olanların hakikî zihniyetlerini tahlil ve tespitte hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir.

Onlar, sühûletle anlayacaklardır ki çürümüş bir hanedanın, halife unvanıyla başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına imkân kalmayacak surette muhafazasını mecburî kılan bir şekl-i devlette Cumhuriyet-i idâre ilân olunsa bile, onu yaşatmak kabil değildir.

Efendiler, o günlerin neşriyatı meyânında, daha iki nokta vardı. Biri benim hasta olduğum meselesi... Diğeri de merhum Enver Paşa’nın, Türkistan’da hidemâtı ve berhayat olduğu... Enver Paşa, memleket haricinde kaldığı zaman, ittihâd-ı İslâm için çalışıyormuş ve “damad-ı hilâfetpenâhî” unvanını kullanırmış... Hatta Türkistan’da kazdırdığı bir mührün bir tarafına bu unvanını da hakkettirmiş idi.

Bu iki noktadan da mütemâdiyen bahsetmek elbette maksatsız değildi.

Efendiler, işaret ettiğim bu matbûat neşriyatı ve birtakım zevâtın vaz’-ı tavrı hulâsa olarak şu yolda ifade olunabilir: “Esas olan hâkimiyet-i milliyedir. Hâkimiyet-i milliye Cumhuriyet’in tekâmülüdür. Türk milleti hâkimiyet-i milliyeyi idrâk etti, Cumhuriyet’in ilânına lüzum yoktur, hatadır. Türkiye’de en sâlim şekil, hâkimiyet-i milliye esasını muhafaza etmekle beraber, idâre-i Cumhuriyet ilân etmeyip, riyâset-i devlette Halife unvanında Osmanlı Hanedanı’ndan birini bulunduran meşrûti bir şekildir. Nasıl ki İngiltere’de, hâkimiyet-i milliye mevcut olmakla beraber devlet riyâsetinde bir kral vardır ve o kral aynı zamanda Hindistan İmparatoru’dur.”

Efendiler, böyle bir prensip üzerinde birleşmiş olan zevât kendilerini, sözleriyle, vaziyetleriyle, yazılarıyla göstermiş gibi idi. Bu zümrenin başına Rauf Bey’in intihap edildiğine hükmolunabilirdi. Anâsır ve mesalik-i muhtelifeden mürekkeb zümre, Rauf Bey’i maksatlarının ifadesine ve müdafaasına en muvâfık bir şahsiyet telâkki etmişlerdi. Ondan büyük ümitlere intizâr edilebileceği zehâbına düşmüşlerdi. Ondan sonradır ki Rauf Bey’in Ankara’ya hareketi vâki oldu. Vatan gazetesinin rivayetine göre bir cem-i gafîr, Rauf Bey’i Ankara’ya teşyi için toplandı. Kâzım Karabekir Paşa, Refet Paşa, Ali Fuat Paşa, Adnan Bey bu cem-i gafîrin başında gösteriliyordu. Vatan gazetesi bu teşyiden bahsederken, Rauf Bey’in Ankara’da, Meclis’te takip edeceği meslek-i siyaseti de millete ilân ediyordu. Rauf Bey’in Meclis’teki faaliyetinin menfî ve şahsî olmayacağı, Rauf Bey’in faaliyetinin, memleketin iyiliğini ve salâhını ve kanunların hâkimiyetini temîne ma’tûf bir sa’y olacağı... Rauf Bey’in Büyük Millet Meclisi’nde, bir salâh ve intizam unsuru teşkil ve hayırlı prensipleri müdafaa eyleyeceği tasrih ediliyordu.

Vatan gazetesi sahibinin, bu izâhât ve temînatı kendiliğinden vermeye salâhiyettar olduğu elbette kabul edilemezdi. Halbuki Rauf Bey, Fırka’mız namına mebus olmuştu. Fırka’mızın programını takip edecekti. Fırka’dan, çıkmaksızın, müstakil bir siyaset takip etmemesi icap ederdi. Rauf Bey, henüz Fırka’dan ayrıldığını ilân etmemişti. Bu fikirde olmadığını, bi’l-âhire Fırka’dan ayrılmamakta gösterdiği ısrar ile de teyid etmişti. Binâenaleyh, hem Fırka’da kalmak ve hem de Fırka disiplinini ihlâl demek olan, kendine mahsus bir siyaseti müstakillen tatbik eylemek kabil-i izah değildi.

Efendiler, bu yolda hareketle, varılmak istenilen neticeyi keşfetmek geç ve güç olmadı. Arzu ederseniz bu noktanın tavazzuhuna medâr olacak bazı beyânâtta bulunayım.